Muhalefet Üzerindeki Yargı Gölgesi ve Demokratik Meşruiyet Gerilimi- N.Aslan yazdı

Muhalefet Üzerindeki Yargı Gölgesi ve Demokratik Meşruiyet Gerilimi- N.Aslan yazdı
Yayınlama: 01.11.2025
Düzenleme: 01.11.2025 12:14
50
A+
A-

Muhalefet Üzerindeki Yargı Gölgesi ve Demokratik Meşruiyet Gerilimi
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Almanya Başbakanı Merz’in ortak basın toplantısında dile getirilen “Yargı Devleti” kavramı, Türkiye’de uzun süredir devam eden yargı kararlarının tartışmalarını yeniden güncel bir bağlamda Jüristokrasi kavramı üzerinden gündeme taşımıştır.
Özellikle ana muhalefet partileri CHP ve DEM Parti üzerinde hissedilen yargısal baskı ve gölge, demokratik işleyiş ve siyasi meşruiyet açısından ciddi soru işaretleri yaratmaktadır.
Siyaset bilimci Ran Hirschl’ın, yargıyı “Merkez”in (muhafazakar, bürokratik ve askeri elitler) seçimle yükselen “Çevre”ye karşı kurduğu bir “sigorta mekanizması” olarak tanımlayan “Hegemonik Koruma” tezi, günümüz Türkiye siyasetine ışık tutmaktadır.
Ancak mevcut siyasal iklimde, bu sigorta mekanizmasının artık doğrudan yürütme erkinin nüfuzu altında olduğu iddia edilen alt ve üst yargı kurumları aracılığıyla muhalefet üzerindeki baskıyı artırdığı görülmektedir.
Güncel uygulamalar, Türkiye’deki Jüristokrasi olgusunun geleneksel Anayasa Mahkemesi’nin parti kapatma davaları veya yüksek yargının askeri vesayetle ittifakı biçiminden, yürütmenin etkin olduğu yargısal süreçler üzerinden muhalefetin siyaset yapma ve iktidarı denetleme alanını kısıtlama şekline evrildiğini düşündürmektedir.
Muhalefete yönelik güncel jüristokrasi uygulamaları, üç ana başlık altında ifade edebiliriz;

  1. Yargısal Yolla Siyasetçileri Saf Dışı Bırakma (Siyasi Yasaklama Tehdidi)
    Tarihsel olarak Refah Partisi kapatma ve AK Parti kapatma davası girişimleri, yargının siyasi aktörleri sahneden silme gücünü somutlaştırmıştır.
    Bugün ise bu güç, özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu gibi kilit ve potansiyel lider figürler hakkında açılan ve siyasi yasak riski taşıyan davalar üzerinden kendini göstermektedir.
    Bu tür kararlar, halkın seçimle tecelli eden iradesini hiçe sayma ve muhalefetin kilit liderlerini seçim dışı yollarla diskalifiye etme potansiyelini koruyarak, halk tercihlerini yargı eliyle manipüle etme endişesini güçlendirmektedir.
  2. DEM Parti özelinde kayyım uygulamaları ve temsil hakkının ihlali
    DEM Parti’nin kazandığı belediyelere, seçimle göreve gelmiş başkanların “terör” veya benzeri gerekçelerle görevden alınarak yerlerine yargısal/idari kararla Kayyım atanması uygulaması, Jüristokrasinin en somut ve tartışmalı güncel örneğidir.
    Seçim dışı devir islemi uygulamasıyla, yerel yönetimlerde halkın iradesini yok sayarak, yetkinin temsili kurumlardan (seçilmiş meclis) seçim dışı bir otoriteye (kayyım) devredilmesi anlamına gelmektedir.
    Hegemonik kontrol yöntemiyle yargısal süreçlerin siyasi motivasyonlarla kullanıldığı iddiası, devletin temel politikalarını (üniter yapı, beka) koruma refleksiyle muhalif siyasal alanın (Kürt siyaseti) hegemonik koruma altına alınması olarak yorumlanmaktadır.
  3. Yargının parti iç işleyişine dolaylı müdahalesi ve siyasi alanın daraltılmasıyla
    CHP İstanbul İl Başkanlığı Özgür Çelik gibi önemli muhalif merkezler çevresindeki polis ablukaları ve siyasi içerikli soruşturmaların açılması, yargı ve kolluk gücünün birleşerek muhalefetin örgütlenme ve siyaset yapma özgürlüğüne doğrudan gölge düşürdüğü izlenimini yaratmaktadır.
    Muhalefet milletvekilleri hakkındaki dokunulmazlık dosyalarının yoğun bir şekilde işleme alınması ve fezlekeler, parlamenter dokunulmazlığın siyasi denetim aracı olarak kullanılma potansiyelini güçlendirerek, yasama faaliyetinin baskı altına alınması tehlikesini doğurmaktadır.
    Sonuç olarak; demokratik meşruiyet erozyonu riski
    günümüz Türkiye’sinde Jüristokrasi tartışması, Ran Hirschl’ın işaret ettiği gibi “Merkez”in “Çevre”ye karşı bir sigortası olmaktan çıkarak; seçimle gelen iktidarın (Yürütme), hukuki süreçler üzerindeki etkinliğini kullanarak ana muhalefeti (CHP, DEM) kısıtlama, engelleme ve hatta saf dışı bırakma aracı haline geldiği yönündeki iddialarla şekillenmektedir.
    Bu durum, tıpkı geçmişteki parti kapatma ve 2007 krizinde olduğu gibi, demokratik meşruiyet (seçim sandığından çıkan irade) ile hukuki meşruiyet (yargı kararları) arasında derin bir uçurum yaratmaktadır. Yargının bu tür eylemleri, muhalefetin iktidarı denetleme yeteneğini zayıflatmakta, siyasi mücadeleyi sandık yerine mahkeme salonlarına taşıyarak siyasetin yargısallaşma derecesini artırmakta ve Türkiye’nin kurumsal demokrasisini erozyona uğratma riskini gün geçtikçe artırmaktadır…
    n.asln.
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.