“Sevgi, bir duygu değil; bir kimlik beyanıdır.”
Varoluşun en sarsıcı matematiği ile başlayalım. Elimizde bir “Süper-Abid” (İbadet Eden) profili var. Bu profil, insan zihninin sınırlarını zorlayan bir adanmışlık senaryosudur.
Harezmi’nin El-Menakıb eserinde (s.68) aktarılan Hz. Peygamber’in (s.a.a) şu sözü, ilahi muhasebenin bizim bildiğimiz “bakkal hesabı”ndan çok farklı çalıştığını gösterir:
> “Ya Ali! Eğer bir kul, Nuh’un kavmi içinde kaldığı süre kadar (950 yıl) ibadet etse… Uhud Dağı kadar altını olsa ve bunu Allah yolunda infak etse… Ömrü bin yıl olsa ve her yıl yaya olarak bin hac yapsa… Ve sonunda Kabe’de, Safa ile Merve arasında (en kutsal noktada) mazlum olarak öldürülse…”
>
Buraya kadar çizilen tablo, cennetin VIP giriş biletidir. Modern dindarlık algısına göre bu kişi “Aziz”dir. Ancak Peygamber (s.a.a), denklemin sonuna sarsıcı bir “EĞER” koyar:
> “…Fakat senin velayetine sahip olmasa (seni sevip itaat etmese), cennetin kokusunu dahi alamaz.”
>
Soru Şudur: Neden?
Bin yıllık emek, tonlarca altın ve dökülen kan, neden tek bir adamın sevgisine (Velayet) yenik düşer?
1. Manevi DNA Testi
“Neden bizim gibi sevmiyorlar?” isyanı, aslında sosyolojik bir teşhistir. İmam Ali (a.s) sevgisi, İslam inancının **”Turnusol Kağıdı”**dır.
Kimyada turnusol kağıdı, bir sıvının asit mi yoksa baz mı olduğunu rengiyle belli eder; tartışmaya girmez, sadece gerçeği gösterir. İmam Ali de böyledir. Tirmizi ve Müslim’de geçen “Seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buğzeder” hadisi, Ali sevgisinin bir “Manevi DNA Testi” olduğunu kanıtlar.
Bir insan, bin yıl namaz kılabilir (mekanik eylem). Ama Ali’yi sevmek, “Hakikati” sevmektir. Hakikati sevmeyen, namazı sadece bir jimnastik, haccı ise turistik bir gezi olarak yapıyordur. Ali sevgisi, o ibadetlere ruhunu veren “imzadır”. İmzasız bir çek, üzerindeki rakam ne kadar büyük olursa olsun, bankada karşılıksızdır.
2. Kargo Kültü Bilimi ve Eksik Sevgi
Pasifik adalarında yerliler, 2. Dünya Savaşı’nda uçakların erzak getirdiğini görmüş ve savaş bitince uçaklar tekrar gelsin diye tahtadan “uçak maketleri” yapmışlardır. Buna bilimde “Kargo Kültü” (Cargo Cult) denir; yani şekli taklit edip, özü (mekanizmayı) anlamamak.
Bugün İmam Ali’ye “Dördüncü Halife” veya “İyi bir sahabe” diyerek mesafeli duranlar, Kargo Kültü Müslümanlığı yaşamaktadır. Şeklen saygı duyarlar ama “Ali’nin Mekanizmasını” (Adaletini, İlm-i Ledün’ünü, Tavizsizliğini) reddederler.
Sizin onları “Az seviyorsunuz” diye eleştirmeniz, aslında onların imanındaki “mekanizma hatasını” yüzlerine vurmanızdır. Çünkü onlar, Ali’yi (a.s) tam sevdiklerinde, konforlu dünyalarının (adaletsiz düzenlerinin) yıkılacağından korkarlar. Ali’yi sevmek, Muaviye düzenini reddetmeyi gerektirir. Bu reddediş, ağır bir bedeldir. Çoğu insan, bedel ödemektense, “tarihsel bir saygı” ile yetinmeyi, yani “mış gibi yapmayı” seçer.
Özetle: Sizin “aşırılık” zannedilen sevginiz, aslında olması gereken “standart”tır. Diğerlerinin “ılımlı” sevgisi ise, tarihsel sansür ve konfor arayışıyla seyreltilmiş, etkisi azaltılmış bir taklittir.
BÖLÜM 1: HAFIZA MÜHENDİSLİĞİ
“Minberden Zihinlere Akan Zehir ve ‘Damnatio Memoriae'”
Antik Roma’da bir imparator halka ihanet ettiğinde veya yeni gelen yönetim eskisini yok etmek istediğinde, Senato korkunç bir ceza verirdi: “Damnatio Memoriae” (Hatıranın Lanetlenmesi).
Bu ceza şuydu: O kişinin heykelleri yıkılır, paraların üzerinden ismi kazınır, kayıtlardan adı silinirdi. Amaç o kişiyi öldürmek değil, hiç yaşamamış gibi yapmaktı. Tarihi yeniden yazmaktı.
İslam tarihinde, Roma’nın bu uygulamasını çok daha sinsi ve sistematik bir “Algı Yönetimi” teknolojisine dönüştüren bir güç vardı: Emevi Saltanatı.
1. 80 Yıllık Propaganda Makinesi
Muaviye bin Ebu Süfyan, Şam’da kurduğu saltanatı sağlamlaştırmak için sadece kılıca değil, “söze” de hükmetmesi gerektiğini biliyordu. İmam Ali’nin (a.s) kılıçla yenilemeyeceğini, ilim ve takva zırhının delinemeyeceğini anlamıştı.
Bu yüzden tarihin ilk büyük “Karakter Suikastı” kampanyasını başlattı: Sebb-i Ali (Ali’ye Lanet/Sövme) Geleneği.
* Veri: Yaklaşık 80 yıl boyunca (M.S. 661 – 750 arası dönemde yoğun olarak), İslam coğrafyasındaki on binlerce minberde, her Cuma hutbesinde, Peygamber’in “Nefsim” dediği Ali’ye (a.s) lanet okutuldu.
* Mekanizma: Bir çocuk düşünün. Doğduğu gün kulağına ezan okunurken minberden Ali’ye lanet duyuyor. Büyüyor, cuma namazına gidiyor, yine lanet duyuyor. Yaşlanıyor, ölüyor, cenazesinde yine aynı atmosfer.
* Sonuç: Bu çocuk için Ali (a.s), “Sevilmesi gereken bir imam” değil, “Devletin düşmanı” veya en iyi ihtimalle “Tartışmalı bir figür” olarak kodlanır.
Bu, modern psikolojide “Maruz Kalma Etkisi” (Mere Exposure Effect) ve “Hakikat Yanılsaması” (Illusory Truth Effect) ile açıklanır: Bir yalan yeterince sık ve otoriter bir sesle tekrarlanırsa, beyin onu gerçek olarak kabul etmeye başlar.
2. Tarihi Kazananlar Yazar (Survivorship Bias)
Bugün “Neden Ali’yi bizim gibi tutkuyla sevmiyorlar?” diye sorduğunuz kitlelerin okuduğu tarih kitapları, büyük oranda bu “sansür ve propaganda” döneminin gölgesinde şekillenmiştir.
* Hadis kaynaklarının ve tarih metinlerinin derlendiği dönemlerde, Ehl-i Beyt’in faziletlerini anlatmak “politik bir suç”, onlara mesafeli durmak ise “devlet politikası” idi.
* Raviler (hadis aktarıcıları), can korkusuyla veya menfaat beklentisiyle İmam Ali’nin (a.s) yüzlerce faziletini gizlemek, çarpıtmak veya isimsiz (bir adam dedi ki…) olarak aktarmak zorunda kaldılar.
Bu durum, bilimde “Hayatta Kalan Yanılgısı” (Survivorship Bias) diyagramıyla açıklanır. Biz bugün tarihe baktığımızda, “gerçeğin tamamını” değil, sadece Emevi sansüründen “sağ kurtulabilen” kırıntıları görüyoruz.
3. “İçtihat” Maskesi
Bu propaganda makinesi, İmam Ali’nin (a.s) mutlak haklılığını (Hakk Ali iledir) gizlemek için dâhice bir teolojik kılıf uydurdu: “İçtihat Farkı.”
Dediler ki: “Ali de haklıydı, Muaviye de… İkisi de içtihat etti. Muaviye yanıldı ama sevap kazandı.”
Bu, hakikat ile batılı eşitlemekti. Bu, siyah ile beyazı karıştırıp “Gri” bir İslam yaratmaktı.
* Ali’yi sevenler (Siz): Hakkın siyah-beyaz netliğinde, Ali’nin yanında duruyorsunuz.
* Diğerleri: Bu üretilmiş “Gri Alan”da duruyorlar. Onların Ali sevgisi, “Muaviye’ye de saygı duyma” şartına bağlanmış, hadım edilmiş bir sevgidir.
Sentez: Neden Az Seviyorlar?
Onların “az sevmesinin” sebebi kalplerinin kötü olması değil; belleklerinin “hack”lenmiş olmasıdır.
Onlara anlatılan Ali;
* Kabe’de doğan değil, sadece Ebu Talib’in oğlu olan Ali’dir.
* Hendek’te “Vuruşu tüm insanların ve cinlerin ibadetine bedel” olan Ali değil, sadece “iyi savaşan” Ali’dir.
* Gadir-i Hum’da “Mevla” ilan edilen Ali değil, “Peygamber’in dostu” olan Ali’dir.
İnsanlar tanımadıkları şeyin düşmanı olmasa bile, yabancısıdır. Onlar Ali’ye (a.s) yabancılaştırılmıştır. Sizin duyduğunuz aşk, onların elinden “Hafıza Mühendisliği” ile çalınmıştır.
BÖLÜM 2: KONFORLU YALANLAR
“Bilişsel Çelişki ve Adaletin Yakıcı Bedeli”
Sigara içen bir doktoru düşünün. Sigaranın öldürdüğünü tıbben (bilimsel olarak) bilir, ama içmeye devam eder. Bu doktorun beyninde korkunç bir savaş vardır: “Sağlığımı önemsiyorum” düşüncesi ile “Sigara içiyorum” eylemi çatışır.
Bu psikolojik gerilime bilimde “Bilişsel Çelişki” (Cognitive Dissonance) denir.
İnsan beyni bu acıya dayanamaz ve hemen bir “Konforlu Yalan” üretir: “Dedem de içiyordu, 90 yaşında öldü.” (Rasyonalizasyon).
İşte İmam Ali’ye (a.s) duyulan o “mesafeli/ılımlı sevgi”nin altında yatan mekanizma tam olarak budur.
1. Tarihsel Bilişsel Çelişki
Ortalama bir Müslüman şu iki gerçekle yüzleştiğinde zihinsel bir kriz yaşar:
* Gerçek A: “Peygamber (s.a.a) hakikattir ve Ali (a.s) O’nun en sevdiğidir.”
* Gerçek B: “Tarihte Ali’ye kılıç çekenler, O’nun hakkını gasp edenler de ‘Sahabe’dir ve saygıdeğerdir.”
Mantık kurallarına göre (Aristoteles mantığı: A ve A olmayan aynı anda doğru olamaz), Ali haklıysa karşıtları haksızdır. Ancak bu netlik, yerleşik Sünni tarih algısını yıkar. Kişi, yüzyıllardır süregelen “Altın Çağ” mitinin yalan olduğunu kabul etmek zorunda kalır. Bu, ağır bir psikolojik yıkımdır.
Bu acıdan kaçmak için, tıpkı sigara içen doktor gibi bir yalan üretilir:
> “Aralarında içtihat farkı vardı, hepsi cennetliktir, o defterleri açmayalım.”
>
Bu cümle, bir hakikat arayışı değil, bir **”Ağrı Kesici”**dir. Ali’yi (a.s) sizin gibi tutkuyla sevmek, bu ağrı kesiciyi çöpe atıp yarayla yüzleşmeyi gerektirir. Çoğu insan bu cesarete sahip değildir.
2. “Ali’yi Öldüren Adalet”
Hristiyan yazar George Jordac’ın o muazzam tespiti tekrar masaya yatırılmalı: “Ali’yi namazda öldüren, O’nun adaletinin şiddetiydi.”
İnsanlar genelde “Adalet istiyoruz” derler ama bu bir “Kargo Kültü” söylemidir. İnsanların çoğu adalet değil, “Ayrıcalık” ister.
* Kendi işinin hemen görülmesini ister.
* Tanıdığının kayırılmasını ister.
* Konforunun bozulmamasını ister.
İmam Ali (a.s) hilafete geldiğinde ilk icraatı ne oldu? Seçkinlerin, zenginlerin ve kabile reislerinin devletten aldığı haksız ödenekleri kesti. Hatta kardeşi Akil, devlet hazinesinden (Beytülmal) fazladan bir pay istediğinde, eline kızgın demir yaklaştırdı.
Analiz: İmam Ali (a.s) bir “Sıfır Toplamlı Oyun” (Zero-Sum Game) oyuncusuydu. Hakikat söz konusu olduğunda pazarlık yapmazdı. Muaviye ise “Kazan-Kazan” (Win-Win) siyaseti güdüyordu; insanları para ve makamla satın alıyordu.
Bugün insanların Ali’yi “uzaktan” sevmelerinin sebebi budur. Ali’yi yakından sevmek;
* Torpili reddetmektir.
* Faizden kaçmaktır.
* Haksız kazancı elinin tersiyle itmektir.
* Yalnız kalmayı göze almaktır.
Ali’yi sevmek cep yakar, konfor bozar. Onu sadece “tarihsel bir kahraman” olarak sevmek ise bedelsizdir. İnsanlar (buna “Homo Economicus” denir), maliyeti en düşük olan sevgiyi, yani “Ilımlı Sevgiyi” tercih ederler.
3. Ortayolculuk Safsatası (Argument to Moderation)
Mantık biliminde bir hata türü vardır: “Argument to Moderation” (Ilımlılık Safsatası).
İnsanlar sanır ki; “Gerçek, her zaman iki uç görüşün ortasındadır.”
* Bir taraf “2+2=4” diyor.
* Diğer taraf “2+2=6” diyor.
* Ilımlı safsata: “O zaman anlaşalım, 2+2=5 olsun.”
Ali (a.s) ile düşmanları arasındaki mesele, bir görüş ayrılığı değil, Hak ile Batıl mücadelesiydi. Ali (a.s) “Mutlak Hakikati” (2+2=4) temsil ediyordu.
Siz Ali’yi (a.s) tam sevdiğinizde, “Aşırıcı” (Radikal) olmakla suçlanıyorsunuz. Halbuki siz sadece “4” sonucunda ısrar ediyorsunuz. Diğerleri ise “sosyal barış bozulmasın” diye “5” sonucunda (ortayolculukta) uzlaşıyorlar. Onların “az sevmesi”, aslında “vasatlıkta uzlaşma” arzusudur.
Sentez: Sevgi Bir Tercih Değil, Bir Yükleyiş’tir
Sonuç olarak; Ali’yi (a.s) sizin gibi sevememelerinin nedeni, “Karakter Zayıflığı” ve **”Dünya Sevgisi”**dir.
Ali aşkı, yüksek voltajlı bir elektrik gibidir. Zayıf bünyeler (imanı zayıf, dünyevi beklentisi yüksek olanlar) bu voltajı kaldıramaz ve sigortaları atar. Bu yüzden voltajı düşürüp, Ali’yi “sıradanlaştırma” yoluna giderler.
BÖLÜM 3: KUR’AN’IN TANIMI
“Biyolojik Akrabalık Değil, Ontolojik (Varlık) Birliği”
Sıradan bir tarih okuyucusu için Ali (a.s); Peygamber’in amcasının oğlu, damadı ve dördüncü halifesidir. Bu tanım, **”Biyolojik İndirgemecilik”**tir.
Eğer Ali’nin (a.s) değeri sadece “akrabalık” olsaydı, Peygamber’in amcası Ebu Leheb lanetlenmezdi veya Nuh Peygamber’in öz oğlu “O senin ehlinden değildir” (Hud, 46) diye reddedilmezdi.
Kur’an, biyolojik bağları reddeder; İdeolojik ve Ontolojik (Varlık) bağları esas alır.
Ali’yi (a.s) anlamak için, Kur’an’ın kullandığı iki kritik terimi, bir cerrah titizliğiyle incelemeliyiz.
1. Mübahale Olayı ve “Nefs” (Öz-Benlik) Denklemi
Hicretin 10. yılında Necran Hristiyanlarıyla yaşanan ünlü “Mübahale” (Lanetleşme) olayı, Ali’nin (a.s) İslam’daki konumunun Matematiksel İspatıdır.
Al-i İmran Suresi 61. ayet iner: “Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, nefslerimizi (kendimizi) ve nefslerinizi (kendinizi) çağıralım…”
Tarihsel veriler (Sahih-i Müslim, Tirmizi, Hâkim en-Nişaburî) sabittir ki; Peygamber (s.a.a) bu ayet üzerine meydana sadece dört kişiyle çıkmıştır: Hasan, Hüseyin (Oğullarımız), Fatıma (Kadınlarımız) ve Ali.
Buradaki dehşet verici detay şudur: Peygamber (s.a.a), ayette geçen “Ve Enfusenâ” (Ve Kendimizi/Nefsimizi) ifadesinin karşılığı olarak meydana Ali’yi (a.s) çıkarmıştır.
Bilimsel Analiz (Ontolojik Eşitlik):
Mantık biliminde A = B ise, A’nın özellikleri B’de de var demektir (Nübüvvet makamı hariç).
Kur’an, Ali’yi Peygamber’in “Nefsi” (Canı, Özü, Kendi Varlığı) olarak tanımlamıştır.
* Bu, Ali’nin (a.s) Peygamber’in “Yedeği” değil, “Fonksiyonel Eşdeğeri” olduğunu gösterir.
* Kuantum fiziğindeki “Dolanıklık” (Quantum Entanglement) gibidirler. Biri diğerinin aynasıdır.
Sonuç: Ali’yi (a.s) sevmek, Peygamber’i (s.a.a) sevmektir. Ali’ye mesafe koymak, Peygamber’in “Kendi Canım” dediği parçayı reddetmektir. Bir insan “Ben seni seviyorum ama canını/ruhunu sevmiyorum” diyemez. Bu, mantıksal bir safsatadır.
2. Meveddet Ayeti: “İşlem Ücreti” Olarak Sevgi
Tarih boyunca tüm peygamberler halklarına “Sizden tebliğim karşılığında bir ücret istemiyorum” demiştir. Ancak Hz. Muhammed (s.a.a) için Kur’an’da (Şura, 23) şaşırtıcı bir istisna gelir:
> “De ki: Ben buna (tebliğ görevine) karşılık sizden, yakınlarımı (Ehl-i Beyt’imi) sevmekten (Meveddet) başka bir ücret istemiyorum.”
>
Burada “Ekonomi Politiği”ni iyi analiz etmeliyiz. Peygamber (s.a.a) neden ücret olarak “Sevgi” istemiştir? Haşa, ailesinin egosu okşansın diye mi?
Mekanizma (Neden Sevgi?):
İnsan psikolojisinde “Özdeşleşme” (Identification) prensibi vardır. İnsan, sevdiği kişiye benzer. Sevgi, bir veri transfer protokolüdür.
* Eğer Ali’yi (a.s) severseniz, Ali’nin ahlakı (ki o Peygamber’in ahlakıdır) size transfer olur.
* Peygamber’in bu “ücreti” istemesi, aslında yine ümmetin yararınadır (Furkan, 57: “Benim istediğim ücret, sadece Rabbine yol tutmak isteyen kimse içindir”).
Yani; Ali Sevgisi = Hidayet Yazılımının Lisans Anahtarıdır.
Bu anahtarı girmeden (Ali’yi sevmeden), İslam yazılımı (Namaz, Oruç) sistemde “Demo Sürüm” olarak çalışır; tam kapasiteye asla ulaşamaz.
3. Nepotizm (Kayirmacılık) İddiasının Çöküşü
Modern seküler akıl, Ali’nin (a.s) öne çıkarılmasını “Nepotizm” (Akraba kayırma) zanneder.
Oysa Popper’ın yanlışlanabilirlik ilkesiyle bakarsak:
* Eğer mesele akrabalık olsaydı, Peygamber amcası Abbas’ı veya diğer akrabalarını da öne çıkarırdı.
* Ali’nin seçilmesi, DNA’sından değil; Liyakatinden (Meritokrasi) kaynaklanır.
Ali (a.s), İslam’ın en zor anlarında (Bedir’de, Hayber’de, Hendek’te) hep “son çare” olarak sahneye çıkmış ve krizi çözmüştür. O, sistemin en yetenekli, en bilgili ve en cesur operatörü olduğu için “Veli”dir; damat olduğu için değil.
Sentez: Standart Model
Fizikte evrenin yapıtaşlarını açıklayan “Standart Model” neyse, İslam’ın standart modeli de Ehl-i Beyt’tir.
Onlar, Kur’an’ın tanımladığı “Ontolojik Ali”yi (Peygamber’in Nefsi) değil; Emevi tarihinin ürettiği “Biyolojik Ali”yi (Damat) tanıyorlar.
Damadı herkes sever ama “Nefs”e sadece aşık olunur.
BÖLÜM 4: TURNUSOL KAĞIDI
“İman ve Nifak Arasındaki Keskin Çizgi”
Kimya laboratuvarlarında şeffaf bir sıvının ne olduğu çıplak gözle anlaşılamaz. Su da olabilir, ölümcül bir asit de. Bilim insanı, o sıvının “özünü” anlamak için içine bir Turnusol Kağıdı batırır. Kağıdın rengi kırmızıya dönerse asittir, maviye dönerse bazdır. Tartışma biter.
İslam toplumunun sosyolojik laboratuvarında da milyonlarca insan “Ben Müslümanım” (Şeffaf Sıvı) der. Namaz kılar, hacca gider. Ancak bu dış görünüş, kalpteki “Nifak”ı (İkiyüzlülüğü) gizleyebilir.
İşte Hz. Peygamber (s.a.a), bu devasa kitle içindeki samimiyet testini yapmak için tek bir “Ayıraç” (Reagent) belirlemiştir: Ali bin Ebi Talib.
1. Binary (İkili) Kod: Mümin ve Münafık
Yazılım mühendisliğinde her şey 1 ve 0’dan ibarettir. Arası yoktur. Peygamber’in (s.a.a) şu hadisi (Tirmizi, Menakıb, 20), İslam inancının Binary Kodudur:
> “Ya Ali! Seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buğzeder.”
>
Bu söz, sosyolojik bir analiz değil, Ontolojik bir Yasadır.
Neden Namaz veya Oruç değil de Ali?
* Bir münafık, toplumda saygınlık kazanmak için namaz kılabilir (Gösteriş).
* Bir münafık, “hayırsever” desinler diye zekat verebilir (PR çalışması).
* AMA bir münafık, Ali’yi (a.s) sevemez.
Mekanizma: Çünkü Ali (a.s), “Tavizsiz Adalet”tir. Münafığın varoluşu ise “Menfaat ve Hile” üzerine kuruludur. Menfaatçi birinin, menfaatini yok edecek bir adaleti sevmesi, eşyanın tabiatına aykırıdır. Kendi bacağına sıkması demektir.
Bu yüzden Ali sevgisi, taklit edilemeyen tek ibadettir.
2. Gri Alanın İflası
Sizin ılımlı, orta yolcu kitle genellikle kendilerini “Gri Alan”da (Ilımlı Bölge) konumlandırır. “Biz ne Şii’yiz ne de Ali düşmanıyız, ortadayız” derler.
Ancak Turnusol kağıdında “Gri” diye bir renk yoktur.
Bilimsel olarak;
* Ya Ali’nin temsil ettiği Mutlak Hakikati kabul edersiniz (Tam Teslimiyet).
* Ya da “Ama Muaviye de…” diyerek hakikati sulandırırsınız (Gizli Reddediş).
Giriş bölümünde anlattığımız “950 Yıllık İbadet Paradoksu” burada devreye girer. Ali’nin velayetini (kimliğini ve otoritesini) kabul etmeyen o abidin ibadetleri neden silinir?
Çünkü o ibadetler, “Sisteme Giriş Şifresi” (Login Password) yanlış girildiği için “Geçersiz İşlem” sayılır. Şifre Ali’dir.
3. Simülasyonu Bozmak
Matrix filminde Neo’nun kırmızı hapı alıp gerçeği görmesi gibi, Ali’yi sevmek de simülasyondan uyanmaktır.
Toplumun “Az sevmesinin” veya “Soğukkanlı kalmasının” temel nedeni, bu uyanıştan korkmalarıdır.
* Ali’yi severseniz, Emevi saraylarında yazılan tarihi çöpe atmanız gerekir.
* Ali’yi severseniz, bugünün dünyasındaki zalimlere de “Hayır” demeniz gerekir.
Bu sevgi, pasif bir duygu değil; Aktif bir Devrimdir. Onların “az sevmesi”, aslında statükoya (mevcut düzene) olan bağlılıklarıdır. Sizin “çok sevmeniz” ise statükoya başkaldırınızdır.
BİR DEVRİM OLARAK SEVMEK
Özetle:
* Tarihsel Olarak: Hafızaları silindi (Damnatio Memoriae).
* Psikolojik Olarak: Konforları bozulmasın diye kaçtılar (Bilişsel Çelişki).
* Teolojik Olarak: Biyolojik baktılar, Ontolojik (Nefs) göremediler.
Siz Ne Yapmalısınız? (Eylem Planı)
Onların “aşırılık” dediği şeye, siz “Tutarlılık” deyin.
Onlara şu cevabı verin:
> “Ben Ali’yi bir tarih kahramanı olduğu için değil; O, hakikatin ta kendisi olduğu için seviyorum. Siz güneşe bakarken gözlerinizi kısıyorsunuz diye, ben güneşi inkar edemem. Benim sevgim ‘çok’ değil, sizin sevginiz ‘eksik’. Çünkü tam sevmek, tam benzemeyi gerektirir.”
>
Ve unutmayın: Yalnız kalmak, kalabalıklarla yanılmaktan iyidir. Ali (a.s) de yalnızdı. Hakikat, tarih boyunca hep azınlığın omuzlarında yükseldi.
Sizin bu soruyu sormanız bile, o Turnusol kağıdının sizde “Mavi” (İman/Sadakat) rengini verdiğinin kanıtıdır.
Sertaş Bedir