ANADOLU ALEVİ HAREKETİ KURUCU BAŞKANI
Ali İrfan VURAL
Seyit: (Arapçadır) Efendi, bey, ağa, kavminin veya toplumun efendisi. Toplumun büyüğü, başı, önde geleni, reisi. Din önderi. Hazreti Muhammed efendimizin soyundan gelen kimse.
Alevilerde; Din önderi, yol ulusu, soyu İmam Hüseyin efendimizin soyundan gelerek Peygamber efendimizin soyuna bağlanan kişi. İmamet, din önderliği İmam Hüseyin efendimizden itibaren bu soy ile sürmüştür.
Bu nedenle, İmam Hasan efendimizin soyuna İmametin kendilerinden sürmediği ama Allah resulü Muhammed efendimizin soyundan olan kimselere de “Şerif” denmiştir.
Hak ve adil olan yüce Allah, yarattıklarını kendilerinden daha iyi tanıdığından; ihtiyaçlarını, uyum üzere ortak çıkarlarını… aynı zamanda geçici olan dünya ve ebedi olan ahiret yaşamlarında saadetleri için onlara gerekli bilgi ve kuralları bildirmesi, insanlara var oluş gaye, hedef, değer ve makamlarını hatırlatması; onları kendi gerçekleri üzere yaratılmışların en iyisi, en değerlisi oldukları yönünde hidayet etmesi için, kendi nurundan var edip alemlere nur ve rahmet olarak insanlara en son uyarıcı elçisi, herkesin en ahlaklı, en güvenilir, emin olarak tanıdığı Muhammed Mustafa’yı göndermiştir.
Kureyş kabilesi, Hicaz’da bulunan Arap kabileleri içinde en itibarlı olanı idi. Bu kabile içinde de en saygın, en şerefli soy ve aile Haşimoğluları idi. Haşim, o dönemde İbrahim’i Hanif dinin Müslümanı idi. Herkesin sevdiği, saygı duyduğu, güvendiği, sözünü dinlediği değerli, ender bir şahsiyet idi. Halkın işlerine koşan, fedakâr, çalışkan biri idi. İnsanların derdi, sorunları ile ilgilenir; çözümler arardı. Toplumunda insanların saadeti; ekonomik, sosyal ihtiyaçları için çaba harcar, karşılıksız hizmetlerde bulunurdu. Bu nedenle, halk ona “Seyit” lakabını vermişti. Yani ona, efendimiz, büyüğümüz, reisimiz, önderimiz, bağlı bulunduğumuz, takip ettiğimiz, sevip saydığımız manasını yükledikleri bu lakap ile hitap ederlerdi.
O, Kureyş’in lideri idi. Bu görevi ondan sonra oğlu Muttalip, daha sonra torunu Abdulmuttalip (Muttalip’in oğlu) sürdürmüştür. Meşhur “Fil olayı” onun zamanında gerçekleşmiş; bu olayın ilahi sonucu Abdulmuttalip’in saygınlığını daha arttırmıştır. Abdulmuttalip’in en değerli, sevgili oğlu Abdullah idi.
Allah’ın Resulü, Seyitlerin Seyidi
Abdullah, 24 yaşında iken asil ve pak bir hanım olan Amine ile evlenmişti. Bu kutlu evlilik neticesinde o kutlu doğum gerçekleşmiş; Fil olayından 2 yıl sonra, alemlerin rahmeti Muhammed Mustafa yeryüzünü şereflendirmiştir. (Miladi: 571) Babası doğumundan önce, annesi de 6 yaşında iken Hakka yürümüştü. Bu dönemde Muhammed Mustafa’nın sorumluluğunu dedesi Abdulmuttalip üstlenmişti. O, vefat etmeden hemen önce aziz torununu ilahi hikmet gereği oğullarından Ebu Talip’e emanet etti.
Ebu Talip, onu hiç yanından ayırmamış, büyük bir özveri ve titizlikle ona bakmış, peygamberliği döneminde, müşriklerin her türlü zulmüne ve saldırısına karşı onu, savunmuş ve korumuştur.
Yaratılmışların efendisi, alemlere rahmet Muhammed Mustafa’nın yeryüzünde peygamberlik görevi, 40 yaşında iken bu günkü Suudi Arabistan topraklarında “Nur” dağında “Hira” adıyla anılan mağarada aşikar oldu. Bu yüce varın o topraklara gönderilmesi ve bu ilahi görevin orada verilmesinin nedenini, o günlerde o coğrafyadaki yaşamı, olanları, bitenleri, adetleri, inançları… gözden geçirdiğimizde rahatlıkla anlamış oluruz.
O, belli bir topraklara ait biri değildir; o alemlere muhatap, alemlere rahmet için görevlendirilmiş varlığı Allah’tan olan bir nurdur.
Allah resulü, peygamber efendimiz çocukluğundan itibaren sosyal hayattaki davranışı ve duruşuyla seçkin biri olduğunu hissettirmişti. Gençlik yıllarında özü ve sözünün bir oluşu, doğruluk ve dürüstlükte benzersizliğinden dolayı toplum içerisinde onu herkes “Emin Muhammed” olarak adlandırmış ve öyle tanınmaktaydı.
O aynı zamanda muhabbet ve merhamet yüklü tavırlarıyla insanlara sevgi, saygı ve anlayış ile davranmasıyla birlikte yoksul ve mazlumlarla yakınlığı, onları sahiplenişi; zalime ve zulme karşı kararlı ve cesur tavırlarıyla dikkatleri çekmiştir.
Ebu Talip’in önerisiyle ticaretle uğraşan, ticaret kervanlarına sahip, maddi ve manevi olarak güçlü aynı zamanda inanç ve insanlık yönünden üstün bir şahsiyet, asil ve pak bir hanım olan Hatice’nin yanında çalışmaya başladı. Birbirlerinin üstünlük ve güzelliklerine şahit olan bu iki ilahi insan vuku bulacak hikmetin gereği üzere hayatlarını birleştirdiler.
Bu kutlu evlilik dışında evlat sahibi olmamıştır; bu evlilikten olan evlatları vefat etmiştir. Bunun üzerine müşrikler onunla soyu kesik manasına gelen “ebter” kelimesiyle hakaret ve alay ediyorlar ve “kendisi de ölünce soyu, yolu ve dini de kesilir, unutulur, yok olur” diyorlardı.
Bunun üzerine Yüce Allah evren için o ilahi mesajı bildirdi. “Biz sana Kevser’i verdik… Asıl soyu kesik olanlar onlardır.” Kevser “ebter”in zıddı ve karşılığı manasındadır. Yani kesik olmayan, daim ve sonsuz olan. Bu Allah resulünün, soyunun süreceği müjdesidir aynı zamanda; bu soy ile yolunun ve dininin sonsuza kadar devam edeceği müjdesidir.
Kız çocuklarının doğar doğmaz diri diri gömüldüğü, değersiz bir varlık kabul edildiği, utanç vesilesi olarak görüldüğü, fuhuş aracı olarak tanımlandığı bir toplum ve dönem de “Fatıma” bu müjdenin ilahi kaynağı olmuştur! Evlad-ı Resul, Fatıma’yla resule ulaşır. Ama burada latif bir nokta karşımıza çıkmakta. Allah resulü şöyle buyurmuştur: “Bütün peygamberlerin zürriyeti, kendinden benim zürriyetim, Ali’den türemiştir.” Bu çok önemli bir hikmetin altının çizilmesidir! Ki, Allah resulü yine şöyle buyurmuştur: “Ali olmasa idi, Fatıma’ya eş olmazdı!”
Bu da ilahi soyun gerçek tabiatına işarettir. Yani bu evlilik göklerde gerçekleşen nurun nur ile birleşmesinin yeryüzünde; dünya hayatı denilen seyirde kendini göstermesidir. Çünkü yeryüzünün, dünya hayatının, insanoğlunun buna ihtiyacı var.
1. İmam Ali:
Mubiyn olandır. Aşikâr; herkesin kolayca bildiği, tanıdığı, kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçektir. Gerçeklerin görülmesini sağlayandır. Hak ile batılı ayıran, hakkın imamıdır. Zalimin korkusu, mazlumun sığınağıdır. Allah’ın buyruklarının yaşayan halidir.
Allah resulünün nefsi, kardeşi, Harun’u, yardımcısı, veziri, vasii, borcunu ödeyeni, halifesi, dininin, yolunun, soyunun sürdürücüsü, Allah’ın nurunun kendisinden sonraki diğer yarısı.
Allah’ın nuru Fatıma’nın tek eşi, Cennet gençleri Hasan ve Hüseyin’in, Kerbela kahramanı Zeyneb’in, bütün yetimlerin, Muhammed ümmetinin babası, İnsanlığın hidayet edicisi.
Yeryüzünde Allah’ın nuru, sıfatlarının tecellisi, Allah’ın velisi ve halifesi.
Allah resulüne soy itibari ile ulaşarak, Evlad-ı resul kimliğine sahip olmak ve Seyitlik unvanı ile onurlanmak için öncelikle İmam Ali efendimize evlat olmak gerek. Bu da soy açısından ancak İmam Hasan ve İmam Hüseyin efendilerimizin yoluyla gerçekleşir.
2. İmam Hasan ve Hasani Seyitler (Şerifler):
Bazı canlarımız, İmam Hasan efendimizin soyunun yürümediğini söyleseler de bu yanlış, delilsiz bir söylentidir. İmam Hasan efendimizin soyu; Hasan-ı Müsenna, Zeyd, Ömer ve Hüseyin Esrem adlı 4 oğlu ile devam etmiştir ama Hüseyin Esrem ve Ömer’in soyu kısa bir süre sonra yok olmuştur.
Ancak Hasan-ı Müsenna ve Hasan bin Zeyd’in soyu günümüze kadar yürümüştür. (el Mecdi fi Ensabi’t Talibin, s. 202) Bu soya, “Hasani” denir. (el Ensab, c.4, s.159)
Hasani Seyitler, tarih boyunca zulme karşı durmuş, zalim yönetimlere karşı savaşmışlardır. İslam coğrafyasında, bazı hükümetler kurmuşlardır. Tabatabai, Müderris, Hekim, Şeceriyan, Gülistane hanedanları Hasani seyitlerin kollarındandır. Hasani seyit silsilesi bazı bölgelerde, Şerif ve Eşref olarak tanınırlar.
3. İmam Hüseyin ve Hüseyni Soy:
Bilinmesi gereken gerçek ise şudur; ilahi sürek olan ve İmam Mehdi efendimize kadar süren “Allah’ın emri ile hidayet eden masum-pak imamlar, Allah’ın halifeleri ve velileri İmam Hüseyin efendimizin evlatlarından sürmüştür.
Bu ilahi sürek sırasıyla şöyledir:
4. Masum İmam:
İmam Hüseyin efendimizin Kerbela’da şahadetinden sonra sağ kalan oğlu Ali Zeynel Abidin (Seccad) efendimizdir.Annesi, İran şahı Yezgird’n kızı Şehribanu’dur. Hicretin 38. yılının Cemadilahir ayının 15’inde Medine’de yeryüzünü şereflendirdi.
İlk dört yılı dedesi İmam Ali efendimizin yanında geçti. Kerbela musibetinde şiddetli bir hastalık vesilesi ile sağ kalıp esirler kervanıyla Şam’a götürüldü. Emevi saltanatının en azgın olduğu o dönemlerde, adım attığı her yere Kerbela’nın mesajını aktarmıştır. Ayrıca insanlığa dua gerçeğini öğretmiştir! Duanın nasıl bir yakarış, nasıl bir sohbet, nasıl bir feryat olduğunu göstermiştir. Buna şahit olmak için, günümüzde elimize kadar ulaşan o duaların derlendiği “Sahife-i Seccadiyye”sine bakabiliriz.
İmam Ali Zeynel Abidin efendimiz Hicretin 95. yılında, Muharrem ayının 12’si veya 25’inde Hişam bin. Abdulmelik tarafından zehirle şehit edilmiştir. Mübarek türbeleri Medine’de Baki Kabristanlığındadır.
5. Masum İmam:
Muhammed Bakır efendimizdir. Babası, İmam Ali Zeynel Abidin efendimiz, annesi ise İmam Hasan efendimizin kızı Fatıma’dır. Hicretin 57. yılında, Sefer aynın 3’ünde yeryüzünü şereflendirmiştir. Çocuk yaşta Kerbela’da olduğu tarihi kayıtlarda görülür.
Bakır; yaran, açığa çıkaran manasındadır. O hazrete “Bakır ul ulum/ilimleri yaran” lakabı verilmiştir. Bunun nedeni, bütün ilimlerde gösterdiği eşsiz bilgisidir. Allah’ın razı olduğu İslam’ın temelini ve iman şartını yalan ve yanlışlardan uzak gerçeği ile bildirerek gerçek İslam’ı, ilmi delilleri ile herkes ve her aykırı düşünce karşısında savunarak ortaya koymasındandır. Ayrıca eğitime özel bir önem vermiş, binlerce ilim talep eden insan yetiştirmiştir.
Hicretin 114. yılında Zilhicce ayının 7’sinde, Hişam’ın emriyle zehirlenerek şehit olmuştur. Mübarek türbesi Medine’de Baki kabristanlığındadır.
6. Masum İmam:
İmam Cafer Sadık, İmam Muhammed Bakır efendimizin oğludur. Annesi, halife Ebubekir’in oğlu Muhammed’in oğlu Kasım’ın kızıdır. Bilindiği üzere, Ebubekir’in oğlu Muhammed, İmam Ali efendimizin sadık yarenlerindendir. İmam Aliefendimiz onun hakkında, “Muhammed, ahlak ve maneviyat açısından benim evladımdır.” buyurmuştur. İmam Cafer Sadık efendimizin annesi, Muhammed’in torunu Ümmü Ferve’dir. İmam Sadık efendimiz, Hicretin 83. yılında Rebiulevvel ayının 17’sinde Medine’de yeryüzünü şereflendirmiştir.
Emevi faşizminden Abbasi saltanatına geçiş döneminden de yararlanan İmam; insan ve toplumla ilgili her konuda gerekli bilgileri beyan etmiştir. İnsanın karşılaştığı ve karşılaşabileceği sorunlarda çözümlerin, yapılması gereken şeylerin neler olduğunu tek tek bildirmiştir. Allah’ın dinin hayat dini oluşunu ve bu dinin insanların dünya-ahiret saadetini sağlayıcı kaideleri içerdiğini; Allah, Allah resulü ve babalarının bildirdiği buyruklarla beyan ederek insanlara hidayet kapılarını açmıştır. Böylece yol oğluna, yolu-yordamı, edep-erkanı belli olmuştur.
İmam Cafer efendimizin halk içindeki sevgi-saygısından ve etkisinden korkan Abbasi Halifesi Mansur, onun zehirle katledilmesi emrini verdi. Hicri yılının 148’de, Şevval ayının 25’inde Medine’de şehit oldu. Mübarek türbeleri Medine’de Baki kabristanlığındadır.
7. Masum İmam:
İmam Cafer Sadık oğlu Musa Kazım efendimizdir. Annesi, Hamide hatun idi. Hamide hatun bir cariye idi. O, İmam CaferSadık efendimizin yanında ilahi ilimden nasibini almıştı ve İmam’ın emriyle, kadınlara ilim ve dini konuları öğretiyordu.
İmam Musa Kazım efendimiz, Hicretin 128. yılında Sefer ayının 7’sinde Mekke ile Medine arasında, Ebva adlı bölgede dünyayı şereflendirmiştir.
İmam Musa Kazım efendimiz, bir yandan Emevi faşizmi ve Abbasi saltanatının İslam’a soktuğu hurafelere, bidatlere karşı Hakkın gerçeklerini tebliğ ederek gerçek İslam’ı insanlara öğretirken, diğer bir yandan da zulme ve zalime karşı olmanın önemini, gereğini tebliğ ederek zalim yöneticiler karşısında sessiz olmamayı öğütlüyor, karşı duruşu emrediyordu. Saray kuklaları, zalim idareciler onu bir türlü kendi saflarına çekememeleri ve zalim sultanın kendi içi ciddi bir tehlike görmesi sonucu çözümü onu zindana atmakta gördüler.
Zindan da bile yapılan her türlü hilelere ve cefalara rağmen İmam’ın ilahi tavırları ve halkın İmam’a karşısında muhabbetinin coşkuyla artıkça artması karşısında çaresiz kalan Abbasi sultanı zalim Harun, Yahudi olan zindan sorumlusuna “onu zehirle katlet” emrini verdi.
Hicretin 183. yılında, Recep ayının 25’inde Bağdat’ta şehit olmuştur. Mübarek türbesi, Irak’ın Kazımeyn şehrindedir.
8. Masum İmam:
İmam Ali Rıza efendimiz, Babası İmam Musa Kazım, annesi ahlak ve ibadetleri ile meşhur pak bir hanım olan Necme hatundur. Hicretin 148. yılında, Zilkade ayının 11’inde Medine’de yeryüzünü şereflendirmiştir.
O, “Muhammed’in ehli olan ve soyundan alimi” lakabı ile şöhret bulmuş ve bu şekilde anılıyordu. O, dedesi İmam Hüseyin’in kanıyla yaptığını ilmiyle yapmıştır!
Dedesinin Kerbela’da verdiği mesajı; O’da, Horasan’da vermiştir.
O, o günün yaşayan Kuran İmam Ali’sidir.
O, Horasan şahı; yeryüzünü Horasan’dan aydınlatan nurdur.
Zalim Abbasi sultanı Memun, İmam’ın yüceliği, hakkaniyeti ve nuraniyetini görüp, bilmesine rağmen dünya saltanatını tercih ederek içine düştüğü acizlik sebebiyle İmam’ın katiline karar verdi.
İmam, Hicri yılının 203. yılında, Sefer ayının son günü zehirle şehadete kavuştu.
Mübarek türbesi, İran’ın bu gün Meşhed adı ile anılan Tus şehrinde; dertlilere derman, hastalara şifa makamıdır.
9. Masum İmam:
Muhammed Taki efendimiz, Horasan şahının oğludur. Annesi, Allah resulü’nün eşi Maria Kıpti’nin soyundan Araplar arasında ahlak, asalet, iffeti ile meşhur olan Sebike adlı pak bir hanımefendi idi. İmam Rıza efendimiz ona “Heyzeran” adınıvermişti.
İmam Taki efendimizin doğumu İmam Rıza efendimizin 40 yaşlarında olmasına rağmen gerçekleşmemişti. Aleviler, huzursuzluk ve üzüntü içerisinde dualar etmekteydiler. Bu konuda bilgi edinmek, dua istemek için İmam’ın huzurunda vardıklarında İmam onlara: “Yüce Allah, bana varis ve benden sonra İmam olacak o çocuğu ihsan edecektir!” buyurmuştur.
İmam Taki, Hicretin 195. yılında, Recep ayının 10’unda Medine’de yeryüzünü şereflendirmiştir. 9 yaşında imamet makamına erişmiş idi. İlmi makamı o kadar yüceydi ki, sorulan sorulara verdiği cevaplar karşısında herkes hayretler içerisinde kalıyordu. Zalim Abbasi sultanı Mu’tasım, tıpkı Muaviye’nin İmam Hasan efendimize yaptığı gibi; İmam’ın karısı Ümmül Fazl’ı kandırarak onu İmam’ın zehirle katline aracı yaptı. Neticede, İmam Muhammed Taki efendimiz, Hicretin 220 yılında, Zilkade ayının son günü Bağdat’ta şehadete ulaşmıştır. Mübarek türbeleri Irak’ın Kazımeyn şehrinde, İmam Musa Kazım efendimizin yanındadır.
10. Masum İmamımız:
İmam Ali Naki efendimizdir. Babası İmam Muhammed Taki, annesi Mağribli bir cariye, üstün ahlaklı, faziletli pak bir hanım olan Semane hatundur.
İmam Naki efendimiz Hicretin 212 yılında, Zilhicce ayının 15’inde, Medine’de yeryüzünü şereflendirmiş. O’na, “Hadi” hidayet eden lakabıyla hitap edilirdi.
Babasını küçük yaşta kaybetmiş, imamet makamında küçük yaşta gelmişti. Abbasi halifelerinden Mu’tasım, Vasık, Mütevekkil, Muntasır, Mustein, Mu’tez’in dönemlerinde yaşamıştır. Bütün bu dönem sürgünler, gözaltılar ve zulümlerle ile geçti. Özellikle Mütevekkil, Ehlibeyt’e düşmanlıkta Muaviye ve Yezit’i aratmıyordu; İmam Ali efendimize hakaretler ediyordu, eğlence toplantıları tertipliyor bu toplantılarda, içkiler içip Ehlibeyt’e hakaretler ediliyordu. İmamların ve Ehlibeyt yarenlerinin kabirlerini yıktırıyordu. Emir vererek Kerbela’da İmam Hüseyin efendimizin mübarek türbelerini tamamen yıktırdı. İmam Hadi efendimizi, zorla Samerra şehrine getirtip gözaltında tuttu.
Mütevekkil, Ehlibeyt’in yolunun unutulması, yok olması için elinden gelen bütün maddi ve manevi hileleri, kötülükleri, zulümleri yaptı. Sonu ise, Türklerin kılıcı ile boynunun vurularak cehenneme düşüşü oldu.
Dünya hayatını, Allah’ın dininin gerçeklerini, Ehlibeytin hakkaniyet ve nuraniyetini anlatmış, batıl karşısında hakkın bayrağı olmuş; zalimlerin maskelerini indirmiş, zalimler karşısında onurlu duruşu insanlara göstermiştir.
Hicri 254 yılında, Recep ayının 3’de, zalim Abbasi halifesi Mu’tez tarafından zehirlenerek şahadete kavuşmuştur.
11. Masum İmam:
İmam Hasan Askeri efendimiz, babası İmam Ali Naki, annesi Susen, diğer bir adıyla da Hudeyse (Hadise) olan pak hanımefendidir. Hicri 232 yılında, Rebiulahir ayının 4’ünde Medine’de yeryüzünü şereflend. Hicri 255 yılında, Şaban ayının 15’inde Samerra şehrinde yeryüzünü şereflendirdi.
Bu kutsal doğum halktan ve Abbasi casuslarından gizli tutulmaktaydı. Doğum öncesinde ve esnasında ilahi bir hikmet üzere, Nergis hatunda doğuma dair hiçbir belirti görülmemekteydi. Bu kutlu olayı, İmam’ın yakın yarenleri dışında kimse bilmemekteydi. Allah’ın emriyle, Allah Resulünün müjdelediği ilahi adalet güneşi, tıpkı vaat edildiği gibi doğmuş oldu.
Yüce Allah, Firavun’un bütün çabasına, önlemine rağmen Musa Peygamberi onun sarayında koruyup yetiştirdiği gibi; İmametin son halkası, velayet nuru İmam Mehdi efendimizin yeryüzünü şereflendirmesini sağlamış ve korumuştur.
Babası şehadete eriştiğinde 5 yaşındaydı, Bir imamın cenaze namazını kıldıran kimsenin onun yerine geçecek imam olduğu düşünce ve inancının var oluşundan dolayı, babasının cenaze namazında; Abbasi sultanına casusluk yapan Cafer (Kezzap/Yalancı) adlı amcası, başa geçerek cenaze namazını kıldırmaya kalkıştı. Bunun üzerine, aynı anda o ilahi çocuk belirip elinin tersi ile amcasını iterek, uzaklaştırmış ve babasının cenaze namazını kendisi kıldırmıştır.
Zalimlerin ve cahillerin şerrinden korunması, ahir zamanda ilahi hikmetin gereği görevlerini takdir edilen zamanda yerine getirmesi, insanlara ibret ve ders olması için Yüce Allah, bu nurunu gözlerden saklamıştır.
Dedeleri ve babasının olduğu gibi zindanlara atılmakta, gözaltında tutulmaktaydı. O’nun doğacak oğlunun Allah’ın yeryüzünde nurunun tamamlamasında vesile, ilahi imametin 12. son halkısı oluşu bilinmekteydi!
Bu nedenle, ahireti ciddiye almayan dünya düşkünü zalim sömürücüler ve asalaklar var olan düzenleri bozulmasın, bunu bozacak kimseye fırsat vermeme anlayışı ile İmam Hasan Askeri efendimizi, zalim sultanların askerlerinin bulunduğu bir bölgede göz altında tutmaktaydı. “Askeri” lakabı da, buradan gelmektedir. Henüz 4 yaşındayken Irak’a gitmiştir. Tek evladı İmam Muhammed Mehdi efendimizdir.
Hicri 260 yılında, Rebiulevvel ayının 8’inde, Irak’ın Samerra şehrinde, zalim Abbasi sultanı Mu’temed’in emriyle zehirlenerek şahadete ermiştir. Mübarek türbeleri, Samerra’da babasının türbesinin yakınındadır.
12. Masum İmam:
İmam Muhammed Mehdi efendimizdir. Babası İmam Hasan Askeri, annesi faziletli, pak bir insan olan Nergis hatundur
Evliliği, evlatları hakkında bilgimiz yoktur. Layık olan makamda sadık yarenleri ile gerektiğinde görüşür!
Bizler Allah’ın izni ile yaşadığına ve takdir edilen günde Allah’ın emri ile geleceğine; “zalimler istemese de Allah yeryüzünde nurunu tamamlayacaktır.” vaadinin gerçekleşmesinde vesile, önder olacağına, imameti tamamlayacağına iman ediyoruz.
Şimdi İlahi soydan yani Âli Muhammed’den türeyen, İmam Hasan Askeri efendimizden sonra bu soya ulaşan kimseler ve o kimse “Seyit” kavramının, dilbilgisi açısından birçok kelimelerle anlam karşılıkları olsa da Alevilikte; bütün anlamları içerisinde barındırmakla birlikte özel bir anlamı içermektedir. Alevilikte Seyit, Ehlibeyt soyundan olan yani soyu Fatıma ana ve İmam Ali efendimiz vasıtasıyla Allah resulüne ulaşan kimselere denir.
Seyit mi, Yol Oğlu Olmak mı?
Seyitler, Kevser suresinin tefsiri ve Allah’ın, resulüne müjdesidir. Seyitler, müşriklere, kafirlere, zalimlere inen ilahi tokattır. Seyitler, rahmet, bereket, genişlik, sonsuz iyilik ve güzelliktir. Seyitler, batılın karşısında hakkın sancaktarı, gür sesidir. Seyitler, Allah’ın dostları, peygamberin ve Ehlibeyt’in sevinci, onuru, ilme susayanların ve mazlumların sığınağıdır. Seyitler, Ehlibeytin varisleri, yeryüzünün efendileri, ilahi soyun sürdürücüleridir. Amma bir şartla! Bu şart, yol şartıdır; bütün bunlar, yol evladı olma koşuluyla anlam kazanır.
Aksi takdirde; İmam Hasan Askeri efendimizin kardeşi Cafer Kezzap’tan farklı bir şey ortaya çıkmaz!
Yine İmam Musa Kazım efendimizin bütün nasihatlerine ve iyiliklerine rağmen İmam’a ihanet ederek zalim Abbasi Hükümdarı, Harun’un yanında yer alan yeğeni Ali bin İsmail’den ne farkımız olur?
Öncelikle şunu altını çizerek belirtelim; İlahi soy olarak bilip inandığımız kimseler 12 İmam ile birlikte Allah resulü peygamber efendimiz ve Fatıma ana (14 masum) ile sınırlıdır ne onların başka evlatları ne de başka birileri bu makamda, bu özellikte değillerdir. Çünkü onlar Âli İbrahim ve Âli İmran gibi yeryüzünde yaratılanların üstündedir.
Yüce Allah Şöyle buyurmakta: “Kuşkusuz Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim âlini/ailesini/soyunu ve İmran soyunu seçti, alemlerin üzerinde karar kıldı. Onlar birbirlerinden türeyen bir soydur.” (Âli İmran: 33-34)
Yani onlar, Allah tarafından belli bir hikmet ve hedef için seçilmiş, ayrıcalıklı, yeryüzünde her şeyden, herkesten üstün kimselerdir.
Yoluna canlarımız feda İmam Rıza efendimiz, haddini bilmez, aşırılık ve saygısızlıklarda bulunan kardeşi Zeyd’e şöyle nasihat buyurmakta: “Ey Zeyd! Sen Kufe’nin dükkanlarında duyup inandıklarını mı halka satıyorsun? Bu nasıl konuşmadır? Ali ve Fatıma evlatları, Allah’ın emrine teslim olup günah işlerden kaçındıkça seçkin ve değerlidirler… Ey Kardeşim! Kim Allah’a itaat ederse, biz Ehlibeyttendir. Günahkâr olan herkim olsa bizden değildir.
Allah, babası ile manevi bağını koparan Nuh Peygamberin oğluhakkında, Nuh Peygambere şöyle buyurmuştur: Ey Nuh! O (oğlun), senin ehlinden değildir. Eğer senin ehlinden olsa idi, onu kurtarırdık.”
Rehber, Dede, Pir, Mürşit makamlarına geçirilip İlahi yol önderliği, Allah’ın nurlarının aydınlığında; Allaha doğru ilerleyen ve peşinden halkı taşıyan Kuran ve Ehlibeyt öğretisi olan İslam dinini ihya eden kimselerdir! Alevilikte, bu makamlar özel olarak sadece Seyitlere tahsis edilmiştir! Bugün bu öyle bir sonuca ermiş öyle bir hal almıştır ki Seyit ünvanlıyla, Peygambere, İmamlara ihanet eden, inkâr ve küfür içerisinde, ahlaksız, atalarına söven aşağılık veya cahil kimseler bu makamları işgal etmişlerdir.
Bu bilgi ve tecrübeler Seyitliğin anlamını ve gerçeğini ortaya koymakta. Salman bir Fars olması ve soy olarak (Seyitliğin soyunun yetişmesi şartı olan) Ehlibeyt ile bağı olmamasına rağmen Allah resulü, onun hakkında, “Salman, benim Ehlibeytimdendir!” buyurmuştur. Hatta bugün “Alevi” olmakta, en güzel örneğe Salman verilmektedir!
Bütün bunlar, Yolun bir olduğunu ve her şeyden ulu olduğunu gösterir. Gerçekte bütün peygamberler ve Ehlibeyt yol için vardır. Yolun kendisi Ehlibeyttir! Kuran-ı Kerim’de, Fatiha suresinin “Rabbim! Bizleri sırat-ı mustakim’e (doğru yola) hidayet eyle.” ayetindeki “sıratı müstakim/doğru yol” hakkında İmam Zeynel Abidin efendimiz, “doğru yol, biz Ehlibeytiz” buyurmuştur.
Bu yol, bizim üzerinde yaşamamız gereken Aleviliğimiz; bizim dinimizdir. Bu durumda Rehber, Dede, Pir, Mürşit makamları kesinlikle ve asla “ben seyidim” diyen veya “bu seyittir” denen birine teslim edilemez! Seyit olmak 12 İmam makamında olmak demek değildir. Seyit 12 İmamın soyundan gelmiş olabilir ama onların kutsallığına sahip değildir, Onların Allah katındaki yakınlığa, masumiyete sahip değildir. Yüce Hakk şöyle buyurmuştur:
“De ki, ‘Ortak koştuklarınızdan doğru yolu gösterecek olan var mıdır?’ Deki, ‘Allah, hak olan doğru yola hidayet eder. O halde doğru yola hidayet eden mi kendisine uyulmaya daha layıktır, yoksa kendisine yol gösterilmeyince onu bulamayan mı daha layıktır. O halde ne oluyorsunuz? Nasıl hükmediyorsunuz?” (Yunus / 35)
Allah,12 İmamı seçmiş, onları ilahi bir görev (hidayet edicilik) ile sorumlu kılmıştır. Bunu o gün onların her bir evladına ve her bir kardeşine nasip etmemişken bugün o soydan olduğunu söyleyen herkese vermek hakka yapılacak en büyük zulüm ve büyük bir cahilliktir! O halde günümüzde Rehber, Dede, Pir, Mürşit makamı; şunun oğlu, şunun torunu, şu ocaktan, şu köyden ile belirlenecek, olacak şey değildir. Bu makam ilahi bir makamdır, ilahi olmayı gerektirir, insanların hidayeti gibi bir ağır, kutsal bir konuda kendisi hidayet olmamış biri nasıl bu makamda bulunabilir? Bu makamda bulunmak bu görevlerde sorumluluk almak asla “seyit” olmakla olmaz! Böyle bir şartı ne Allah ne resulü, nede 12 imamlar buyurmuştur. Nede akılar ve aydın bir insan böyle bir şeyi kabul edebilir. Ortak insan aklının ve aynı zaman da Allah ve resulü ve 12 imamların bu konuda onayladığı ve bildirdiği tek şart; edep, erkan, iman, salih/hayırlı işlerde bulunma, ahlaksızlığı görülmemiş, sevilen hak üzere iyi insan olma, adalet ve ilmi içeren “YOL” şartıdır.
Soy bağı ise, yukarda belirttiğim 12 imam halkasından, onuncu imama kadar uzanan soy bağı ile İmam Ali efendimize yetişerek Fatıma ana bağı ile alemlere rahmet peygambere ulaşmaktır. Seyit soyu ilk on imamdan her birinin soyundan olmaktır. İmam Ali efendimize uzanan soy sadece Fatıma ana bağıyladır. 11. İmamımız İmam Hasan Askeri efendimizin bir tek evladı olmuştur. 12. İmamımız da gözlerden uzaktadır.
Alevi toplumda, ceddinin yolu üzere olan seyitler, halk içerisinde eğitici konumda olup Alevi yolun inanç, edep, erkan taşıyıcılarıdır. Yani halkını tıpkı ceddinin yaptığı gibi yaşantısı ile örnek olarak; fiilleri, ilmi ve bilgisi ile eğitir, hidayet eder. Bu seyitler nur üzerine nurdur. Ama bu konuda genelleme yaparak sadece bu görevi seyitler için bilmek ve her seyidim diyeni, şu ocak bu ocaktan olduğunu söyleyenleri bu makamda bilmek akla ve ilme aykırıdır.
Bu nedenle, Alevilikte var olan geleneksel bir anlayış olarak “Pirlik-Mürşitlik-Rehberlik” makamlarının seyitlere ait bilinmesi akla, ilahi buyruklara ve hayatın gerçeğine aykırıdır. Ama bütün bu geleneksel anlayışa rağmen aydınlar nezdinde bilimsel bir görüş, Alevilikte ilmi ve imani bir kanun olarak ta, “Yol cümleden uludur!” ilkesi Alevi inancında yerini almıştır. Bu nedenle ilahi makam (ki bu Alevi cemlerinde post olarak simgelenir) hiçbir ocağın ve hiçbir seyit babanın oğluna malı, ona gelir, şöhret, saygınlık kapısı değildir. O hak edilişle varılan bir makamdır. Hak eden her Allah kulu o postun sahibidir.
Allah ve bütün masumlarımızın buyurduğu gibi her insanında kabul ettiği “işi ehline verin!” ilkesi neden bu konuda hafife alınsın?
Yollarına canlar feda İmamlar zamanında; bu ilahi görevlerin her imamzadeye (İmam evladına) verilmemesine rağmen bugün, ocakzadelere has kılmak nasıl doğru olabilir?
Alemlere rahmet peygamberimiz bu konuda Ebuzer ve Selman’ı görevlendirdiğinde onların hangi ocaktan, ırktan ve Ehlibeytten olup olmadığına bakmamıştır.
Elbette yol evladı; edep erkan, ilim sahibi, seyitler bizlerin baş tacı, onuru, nur üstüne nur yol incilerimizdir.
Ayrıca bugün bu ocakların nerden geldikleri, aslı astarları ve bütün bu seyitler ve şecereleri ayrı bir araştırma konusudur…