ALEVİLİKTE BAŞPİRLİK(SERÇEŞME) GELENEĞİ
Veli SALTIK
Özet
Alevilikte çok önemli bir gelenek 1200 yıldır devam etmektedir. Bu gelenek, “İmamet Geleneği”dir. İmamet Geleneği, Türkleşme ile birlikte “Başpirliğe” başka bir deyişle “Serçeşmeliğe” dönüşerek devan etti.
Ehli Beyt’te İmamlık (İmamet) Geleneği hep büyük oğuldan büyük oğula geçerek devam etmiştir. İmam, Hakka yürüyünce yerine büyük oğlu geçmiştir. Diğer kardeşler itirazsız büyük oğulun İmamlığına biat etmişler.
Arap Dünyası’nda yaşayamaz hale gelen Seyyitler, Türk Yurdu’na göç edince, onlarla kaynaşıp, Türkleştiler. İmamet Geleneği de Türkleşerek Başpirlik (Serçeşme) Geleneği’ne dönüştü. 874 Yılında İran/Horasan/Nişabur kentinde kurulan Başpirlik(Serçeşme) merkezi, 1220 yılındaki Moğol işgali sonrası Anadolu’ya taşındı.
Anahtar sözcükler: Alevilik, İmamet Geleneği, Başpirlik, Serçeşme, Ehli Beyt.
Abstract
Alevism is a very important tradition which continues for 1200 years. This tradition, is called the “Imamate Tradition”. The Imamate Tradition continued to “Baspirlik” in other words
“Serçeşmelik “ along with Turkization
In Ahl al-Bayt the Imamate (Imamate) tradition always continued through the eldest son to eldest son. When the Imamate walked to the Hakka his eldest son had taken the placeof him. The other brothers had accepted the eldest son’s Imamet without objection.
Sayyids who couldn’t live in the Arab World, socialized and were Turkicized when they migrated to the Fatherland of Turks. The Imamet Tradition transformed to Baspirlik (Serçeşme) Tradition after beeing Turkicized. The center of Baspirlik (Serçeşme), which was founded in Iran/Khorasan/in the city of Nishapur in 874, moved to Anatolia after the Mongol invasion in 1220.
Key words: Alevism, Imamate Tradition, Başpirlik, Serçeşme, Ahl al-Bayt.
Giriş
Alevi İslam’da Pirlik (Dedelik) önemli bir kurumdur. Aleviliğin olmazsa olmazıdır. Pir (Dede) Ehli Beyt’ten gelir. Yani Hz. Muhammet ve Hz.Ali’nin soyundan gelir. Bu soydan gelmeyenler Dede olamazlar. Dedesiz Cem de yürütülmez. Alevilik, Kerbela’da katledilen İmam Hüseyin’in soyundan gelen Seyyitler aracılığı ile yürütülüp bugüne gelmiştir. Seyyitlerin kurduğu Alevi Ocakları ve bu ocaklara ikrar vermiş, bağlanmış Talip topluluğu ile birlikte tarihi süreç içinde tekamül ederek bugüne gelmiştir.
Emevi ve Abbasilerin baskıları sonucu Arap coğrafyasında yaşayamaz hale gelen Seyyitler, İran ve Türk Yurdu’na göç ettiler. Süreç içerisinde Türkleştiler. Seyyitlerin Türkleşmesi ile birlikte İmamlık, Baş Pirliğe (Serçeşme) dönüştü.
Seyyitler, Arap Dünyasında yaşayamaz hale gelirken, İran ve Türk Yurdunda kabul gördüler. Bu yazımızda, Hz.Muhammed’in soyundan gelen Ehli Beyt’in ve özellikle İmam Hüseyin’in soyundan gelen Seyyitlerin yaşadığı tarihi süreci, yine tarihi silsile içinde sunmaya çalışacağız.
12 İmamlar Ve İmamet Geleneği
İmamet geleneği Hz. Ali ile başlar. Peygamber’den sonra gelen inanç önderidir. 1.İmamdır.
1.İmam Ali
Hz. Muhammet’in amcası Ebu Talip’in oğludur. Annesi Eset kızı Fatima’dır. 598 Yılında Mekke’de doğdu. Annesi Fatima, hamile olarak Kâbe’yi ziyaret ettiği sırada orada doğurmuş. Doğum haberini alan Hz. Muhammet, bu sıralarda Hatice ile üç aylık evli imiş ve amcası Ebu Talip’in evinde imiş. Kâbe’ye koşmuş ve bebek Ali’yi kucağına alıp amcası Ebu Talip’in evine dek götürmüş. Bebeğe ismini veren Hz. Muhammet’tir. Hz. Ali, Alevi ve Şiilere göre Oniki İmam’ın ilki ve Muhammet’in hak halefidir.
İslam İçindeki Yeri ve Yaşam Mücadelesi
Hz. Muhammet’in yaymaya başladığı, tek Tanrılı dine Arapça da “Tanrıya Teslim Olmak” anlamına gelen “Müslümanlık” denir. Dinini ve öğretisini yaymak çok zordu. İlk yıllarda daha çok akrabaları, yoksul kabile üyeleri, köleler arasında taraftar bulabiliyordu. Peygamber onlara:
“Bütün insanların Tanrı huzurunda eşit olduğunu” anlatıyordu.
Bu durum, kabile şeyhlerini ürkütüyor, hatta İslam’a düşman yapıyordu. “Ne demek, bir kabile reisi ile bir köle nasıl eşit olabilirdi”.
Kureyşliler, Müslüman olanlara büyük işkenceler yapıyor hatta öldürüyorlardı. İlk Müslü-manların can güvenliği kalmayınca, Hz. Muhammet onları Medine’ye yönlendirdi. Medine, giderek Müslümanların merkezi olmaya başladı. Bu durum Kureyşliler’i çok rahatsız ediyordu. Çünkü Medine, Mekke ile Şam arasında kervan yolu üzerinde önemli bir kale idi. Kureyş ileri gelenleri çözüm ararken; Ebu Lehep, doğrudan doğruya Hz. Muhammet’in öldürülmesini önerdi. Bunun için her kabilenin ileri gelenlerinden bir suikast timi oluştu. Bu suikast girişimini öğrenen Hz.Muhammet, Ebu Bekir ile birlikte gizlice Medine’ye göç etti. Kendisine vekâleten amcası oğlu Ali’yi evinde bıraktı. (Şeyhbenderzade, 2006, 1: 175)
Hz. Muhammet, Miladi 622 yılında Medine’ye göç ettiği gece kendi yatağına Hz.Ali yatmıştı. Suikastçılar peygamberin evine girdiklerinde yatağında Ali’yi gördüler.
Mekkeliler’in İslâm peygamberini katletme kararı aldıkları hicret gecesinde Ali, canı pahasına Peygamber’in yatağında yatmışı.
Hz. Ali, Hz. Muhammet’in kendisine emanet ettiği malları sahiplerine verdikten sonra, Hz. Muhammet’in kızı Fatima’yı, kendi annesi Fatima’yı ve daha başkalarını da yanına alarak Medine’ye göç etti.
Müslümanlarla Arap egemenleri arasında bir dizi savaşlar oldu. Hz. Ali bu savaşların ön sıra-larında yer aldı. Konumuz olmadığı için bu savaşlara değinmiyoruz.
Hz. Muhammet, 16 Mart 632 yılında Veda Hccı’ndan dönerken Mekke-Medine arasında “Gadir-i Hum” denen yerde mola vermişti. Kendisine eşlik eden yüzlerce hacının huzurunda Hz. Ali’nin elini tutarak; “Ben kimin Mevla’sı isem, Ali de onun Mevlasıdır” diyerek kendinden sonraki halifesini tayin etmişti. Buna rağmen Hz. Muhammet’in henüz cenazesi kaldırılmadan dönemin en güçlü kabilesi Kureyş ileri gelenleri acele olarak bir araya gelip, Hz.Ebu Bekir’i halife seçtiler (632-634). Bu durum, İslamda ilk kırılmaya, ilk yarılmaya neden oldu.
İslam tarihçileri bu gerçeği şöyle dile getirmektedirler:
Rıza Muzaffer:
“Hz. Muhammet, Veda Hacı dönüşü Mekke ile Medine Arasında “Gadir-i Hum” denen vahada mola vermiş. Cemaatın ortasında, deve semerleri üzerine çıkarak herkesin duyacağı şekilde yüksek sesle şunları söylemiş:
“Bilin ki ben kimin Mevlası isem, Ali de, onun Mevlası’dır. Allah’ım onu seveni sev, düşmanına düşman ol; ona yardım edene yardım et, onu hakir göreni hakir gör, nereye yönelirse halkı onunla beraber kıl” diyerek, müminlere emir buyurmuştur. Onu hilafetlerine tayin buyurduklarına, halktan onun için biat aldıklarına inanmaktayız.” (Gölpınarlı, 1978).
İbn Hadid:
“Kureyşliler, Halifeliğin Haşimiler’e kalmasından yana değillerdi. Bu makamı Haşimiler’in elinden almaya çalışıyorlardı.” (İbn Hadid, 3: 283).
Yakubî, İbn-i Abbas ile Ömer arasında geçen bir konuşmayı şöyle aktarır:
“Ey İbn-i Abbas! Allah’a yemin ederim ki, hakikaten amcan oğlu Ali, hilâfete en lâyık olan kimsedir! Ama Kureyşliler onu görmeye bile tahammül edemiyorlar!” (Yakubî, 2: 173).
İbnul Esir:
“Ömer şunu söylemiş: “Kureyşliler, Ali’yi halife olarak görmeye tahammül edemiyorlardı”.
(İbnul Esir, 2: 137)
Hz. Ali:
“Kureyşliler Hz. Peygamber’e besledikleri kin ve düşmanlığı bana karşı sürdürdüler ve benim evlâtlarıma da aynı şeyi yapacaklar. Benim Kureyş’le bir alıp veremediğim yoktu; ben Allah ve Resulü’nün emri gereğince onlarla savaşmıştım.” (Yenabî’ul-Mevedde, s.111).
Peygamberin damadı ve amcası oğlu Hz.Ali ve yandaşları, Hz.Ebu Bekir’in halifeliğini kabul etmediler. Şehbenderzade Ahmet Hilmi:
“Ebu Bekir’in seçilişi anında iştişare heyetinde bulunmayan Haşimilerle İmam Ali, taraftarları Ebu Bekir’e biat etmediler. Hatta Zübeyr bin Avm gibi gözü karalar, işi kılıçla halletmeye kadar heyecan gösterdiler. Ebu Süfyan ise Haşimileri ve İmam Ali’yi sürekli kışkırtıyordu. Lakin İmam Ali’nin büyük vicdanı böyle fesatlara yatkın değildi. Uğrunda savaştığı İslam’ı kurban etmek gibi alçak fikirlerde yer almadı.
…Ebu Bekir’e gelince: Onun çevresinde de kışkırtıcılar vardı. Lakin o tedbiri elden bırakmadı. Bir süre İmam Ali’ye ve Haşimilere biat etme teklifinde bulunmadı.”(Şehbenderzade, 2006, 1: 260-261)
Hz.Ali ve Peygamberin soyu Haşimiler’in Hz. Ebu Bekir’e biat etmediklerini tarihçi Taberi de şöyle anlatmaktadır:
“Hz. Ebu Bekir halife olunca, Hz. Ali ona biat etmeyip, yanına gitmemiş. Hz.Ali’nin eşi Peygamber’in kızı Hz. Fatima ile amcası El Abbas, Peygamber’in bıraktığı mirası istemek için, Hz.Ebu Bekir’in yanına giderler. Ondan Peygamber’den kalan Fedek’deki araziden paylarını isterler. Halife Ebu Bekir onlara:
“Resullah’tan şunu işittim: “Bizler miras bırakmayız; bıraktıklarımız sadakadır” diyerek onları geri çevirir. Bunun üzerine Fatima ona darıldı ve ölünceye dek konuşmadı.
Hz. Fatima, babasından altı ay sonra vefat edince, halife Hz.Ebu Bekir, Hz.Ali’ye taziyeye geldi. Haşimoğulları da o zaman Hz.Ali’nin yanında toplanmışlardı. Hz.Ali ayağa kalkarak, Hz.Ebu Bekir’i selamlayıp gereken saygıyı gösterdi. Ona şöyle dedi:
“Ey Ebu Bekir! Bizim sana bey’at etmeyişimiz, senin yeteneklerini, bilgi ve becerilerini inkâr ettiğimizden ve seni kıskandığımızdan değil. Biz bu görevin bizim hakkımız olduğunu ve sizin bunu keyfi bir şekilde baskı ile elimizden aldığınızdandır.”
Hz. Ebu Bekir ağladı. Hz.Ali’ye şunları söyledi:
“Allah’a ant olsun ki, senin Resullah’a yakınlığın, benim için kendi soyumdan daha sevgilidir. Sizinle aramızda olan mal sorununda ben, Resullah’ın söylediğini yerine getirdim. O şöyle demişti:
“Biz Peygamberler miras bırakmayız. Bıraktıklarımız sadakadır. Bizim ailemiz bu mallardan ancak geçimlerini sağlarlar. İşte ben de onun söylediklerini yerine getirdim.” (Fığlalı, 1989, 33).
Oysa Kur’anı Kerim Neml Suresi 27/16. Ayette veraset konusunda şöyle der:
“Ve Süleyman, Dâvûd’a varis oldu…” (Yılmaz, 2011, 154).
Hz.Ebu Bekir, 634 yılında vefat edince, İslam devletinin başına Hz.Ömer geçti. Ömer, on yıl boyunca ülkeyi yönetti. Halife Ömer, 644 yılında, özgür bırakılan bir köle tarafından öldürüldü. Gölpınarlı’nın aktardığı kadarıyla, Ömer’in oluşturduğu on kişilik Şura’nın çoğunluğu onun akrabalarından oluşuyordu. Bu şura, onun yerine anne tarafından Kureyşli, baba tarafından Emevi soyundan gelen Osman’ın halifeliğini ilan etti (644-656).
Halife Osman, çok taraf tuttu. Önemli görevlere tümüyle kendi akrabaları olan Emevi soyundan kişileri getirdi. Kendinden önce atanan valileri görevden alarak, yerlerine Emevi soyundan olanları atadı. Taif’e sürülmüş Mervan’ın babası El Hakem’i Medine’ye getirerek, hazineden 100.000 dirhem ödedi. Oğlu El Haris’e Medine çarşısının gelirini verdi. Mervan’ı kendi özel kâtibi yaptı. Savaşlara katılmadıkları halde bazı yakınlarına savaş ganimetlerinden paylar verdi.
Kendi akrabalarından Amr oğlu Abdullah’ı, Ukbe oğlu Velid’i, Sad oğlu Abdullah’ı ve Muaviye’yi eyalet valiliklerine ataması üzerine her taraftan şiddetli eleştiriler aldı. Kendisini ve Muaviye’yi eleştiren Ebu Gıffari’yi Rebeze’ye sürmesi bardağı taşıran son damla oldu.
2.500 Kadar isyancı bir gece halife Osman’ı öldürdüler (656). İsyancıların arasında 1.halife Ebu Bekir’in oğlu Muhammet de vardı.
Medine halkı, mescitte toplanarak, Hz.Ali’yi halifeliğe seçtiler. Halka bir konuşma yapan Hz.Ali:
“Benden öncekilere biat edildiği gibi, bana da biat ettiniz. Bu biat umumidir. İmama istikamet, tebaasına da itaat gerekir” dedi. (İ.Ansiklopedisi, 368).
Şam valisi Muaviye, Hz.Ali’ye biat etmedi. Daha sonra Ayşe, Talha ve Zübeyir de Muaviye’nin saflarında yer aldılar.
Bu dönemde Araplar ciddi bir şekilde parçalandılar. Ali’ye karşı olanlar ve olmayanlar olarak iki ana gruba ayrıldılar.
Ali’ye bağlı olanlara, Ali taraftarlarına “Şiatü Ali” dendi.
Ali, Basra üzerine yürüdü. 9 Aralık 656 tarihinde Basra önlerindeki Hureybe’de Aişe ile Muaviye’nin ortak ordusu yenildi. İslam tarihinde “Cemel Savaşı” denen bu savaşı Hz. Ali kazandı.
Ali Basra’ya girmeden önce ordusuna şu talimatı verdi:
“Yağma yapılmayacak, kadın ve çocuklar tutsak alınmayacak.”
Bu duruma itiraz edenler oldu. Bunun üzerine Hz. Ali itiraz edenlere:
“Peki Peygamberin eşi Aişe hanginize düşer” deyince sesler kesildi.
Ali, Basra’dan sonra Suriye üzerine yürümek için hazırlıklara başladı. Abdullah oğlu Cerir’i Muaviye’ye elçi olarak gönderdi. Muaviye, akıl hocası Amr bn El As’ın kışkırtmaları ile Ali’nin elçisini geri gönderdi.
656 Yılında “Sıffin” denilen yerde Muaviye ordusu ile halife Ali’nin ordusu yeniden karşılaştı. Muaviye birlikleri geri püskürtüldü ve nehir yolu halifenin ordularının eline geçti.
Hz.Ali, 657 yılı Haziran ayına dek barış girişimlerini sürdürdü. Ancak bir sonuç alamayınca Haziran ayında fiilen savaş başladı. Çarpışmaların şiddetlendiği 8-9 Temmuz 657 tarihinde Muaviye orduları yenileceği sırada, Mısır fatihi Amr bin El As, Muaviye’nin imdadına yetişerek, Muaviye’ye yeni bir hinlik önerdi. Bu plan üzerine Muaviye’nin bir grup adamı, Kur’an sayfalarını mızraklarına takarak:
“Ey Iraklılar! Savaşı bırakalım, Allah’ın kitabı aramızda hakem olsun” diye bağırdılar.
Halifenin ordusu bunun üzerine saldırılarını durdurdu. Ali bunun bir hile olduğunun farkındaydı ama ordusuna bir ikilem düşmüştü. Yapılan teklifi kabul etmek zorunda kaldı. İki taraf, koşulları belirlemek üzere hakemler tayin ettiler. İki hakemin barış görüşmeleri Şubat 659 yılına dek sürdü. Muaviye ve hakemi Amr El As, görüşmeleri çıkmaza sokunca, Hz.Ali yeniden ordu toplayarak Muaviye’nin üzerine yürümeye hazırlanırken, Muaviye’nin casusu ibn Mülücem tarafından 28 Ocak 661 tarihinde hançerlenerek katledildi.
Hz.Ali’nin Çocukları
Hz.Ali’nin çocukları konusunda değişik iddialar vardır.
Tabari’ye göre; ondört (14) oğlu, onyedi (17) kızı var. (Tabari, 5: 153-155).
Yakubi’ye göre; onyedi (17) erkek, onsekiz (18) kız çocuğu var. (Yakubi, 2: 213).
İbni Sad’a göre; küçük yaşata ölen Muhsin hariç, ondört (14) erkek, ondokuz (19) kız çocuğu var. (İbni Sad, 3: 19-20).
İslam Ansiklopedisine göre, Hz. Ali’nin çocukları şöyledir:
1-İmam Hasan; (Eşi Cude tarafından zehirlendi).
2-İmam Hüseyin; (Kerbela’da katledildi).
3-Büyük Zeynep,
4-Ümmü Gülsüm.
5-Celal Ali Abbas; (Kerbela’da katledildi, soyu devam etti).
6-Cafer: (Kerbala’da katledildi).
7-Abdullah: (Kerbala’da katledildi).
8-Osman: (Kerbala’da katledildi).
9-Ubeydullah: (Kerbala’da katledildi) (Tabariye göre Muhtar Es Sakafi tarafından öldürülmüş.-Tabari, 5: 154)
10-Ebubekir: (Kerbala’da katledildi).
11-Muhammet Hanifi; (Eceliyle öldü).
12-Yahya: (Kerbala’da katledildi).
13- Muhammt El Asgar (Küçük Muhammed): (Kerbala’da katledildi).
14-Ömer: (Seksen yaşına kadar yaşamış ve Yenbü’da vefat etmiş. Tabari, 5: 154).
15-Rukiyye.
16-Muhammedu’l-Evsat (Ortanca Muhammed).
17-Ümmül Hassan
18-Büyük Remle.
19-Ümmü Hani
20-Meymune,
21-Küçük Zeynep
22-Küçük Remle
23-Küçük Ümmü Gülsüm
24-Fatima
25-Ümame
26-Hatice
27-Ümmül Kiram
28-Ümmü Seleme,
29-Ümmü Cafer
30-Cümane
31-Nefise
Hz.Ali’nin soyu Hasan, Hüseyin, Muhammet Hanifi ve Ali Abbas’tan devam etti.
(İslam Ansiklopedisi, 392)
2.İmam Hasan Ve Soyu (625-669)
Hz.Muhammet’in torunudur. Hz. Ali’nin büyük oğludur. 1 Mart 625 tarihinde Medine’de doğdu. “Güzel” anlamına gelen “Hasan” ismini dedesi Hz. Muhammet ona verdi. Babasıyla birlikte birçok savaşlara katıldı.
Hz.Ali ölmeden önce büyük oğlu Hasan’ı veliaht tayın etti. Vefat edince Hasan halifeliğe getirildi. Ancak Muaviye bunu kabul etmedi. Hasan, Abdullah bn Abbas’ı 12.000 kişilik öncü bir kuvvetle ona karşı gönderdi. Kendisi de bu sırada Medine’ de topladığı kuvvetlere:
“Aslında savaşlara karşı olduğunu, Müslüman kanı dökmek istemediğini, ancak buna mecbur olduğunu” anlatınca, bu fikre karşı olan bazı kabileler, Hasan’ı terk ettiler. Bu haberi alan Muaviye, Küfe halkı arasına ajanlar sokarak:
“Hasan’ın ordusunun Hasan’ı terk ettiğini, hatta saldırıya uğrayıp yaralandığı” yalanını yaydı. Kenti ve Hasan’ın ordusunu huzursuzluk sarınca, Hasan da araya elçiler koyarak, bazı koşullarla halifeliği Muaviye’ye devredeceğini bildirdi. Tespit ettiği aşağıdaki koşulları, Abdullah bn Amir aracılığı ile Muaviye’ye bildirdi:
1-İntikam için Iraklılardan hiç kimse tutuklanmayacak,
2-Milliyetine bakılmaksızın herkes güven içinde olacak,
3-Genel af ilan edilecek,
4-Ahvaz’ın vergisi yıllık olarak “Ehli Beyt”e verilecek.
5-Muaviye soyuna gösterilen yakınlık Haşim oğullarına da gösterilecek,
6-Muaviye’nin ölümü halinde halifelik Ehli Beyt’e devredilecek. (İrşad-ı Mufid, 2: 14; Fusul’ul Muhimme, 163; Taberi, 4: 125).
Muaviye bu anlaşmayı kendisi yazıp, mühürleyerek Hasan’a geri gönderdi (Temmuz 66l).
Kardeşi Hüseyin ve Hasan’ın komutanı Abdullah bn Abbas, bu anlaşmaya karşı çıktılar.
Taberi:
“Hasan; zahiri hilafeti Muaviye’ye bıraktıktan sonra Kufe’yi terk edip Medine’ye döndü. Orada İslami ilimleri halka öğretmekte ve onu yaymakla meşgul oldu”. (Taberi, 4: 126).
İbn Hadid:
“İmam Hasan, Hz. Ali’nin şahadetinden sonra mescitte minbere çıkarak şunları söyledi: “Biz,. Hz.Resul-u Ekrem’in mutahhar soyu, onun pâk ve tertemiz Ehl-i Beytiyiz. Peygamber bu ümmete iki ağır ve paha biçilmez emanet bıraktı; birincisi Allah’ın Kitabı, ikincisi ise biz Ehl-i Beyti’yiz. Bize itaat etmeniz farzdır; bu, Allah ve Resulü’nün emrine itaattir.” (İbn Hadid, 4: 9).
Hasan, anlaşmadan sonra ailesiyle birlikte Medine’ye çekilip, orada dini işlerle uğraştı.
Ama Muaviye kendi hilelerinden vazgeçmedi. İşin başında barış maddelerini ayaklar altına aldı. Hasan’ın karısı Eşas’ın kızı Cude’yi oğlu Yezit’le everip onu kraliçe yapacağı vaadiyle kandırarak, Hasan’ı ona zehirletti. (İbn Hadid, 16: 15).
İmam Hasan, hicretin 50. yılında 47 yaşında şahadete erişti.
Tezkiretül Havas:
“Şia onu dedesi Hz. Muhammet’in kabrinin yanında defin etmek istedi, ancak Beni Ümeyye onun mübarek naşına saygı duyacaklarına, onun dedesinin yanına defin edilmesine karşı çıktılar. Hz. Muhammet’in dul eşi Aişe de bir katıra binerek onları destekledi.” (Tezkiret’ul- Havass, 213).
Mesudi:
“Hz.Ebu Bekir torunu Kasım, Aişe’nin yanına giderek dedi ki: “Halacığım! Biz henüz “kızıl deve” olayından kurtulmamışken, şimdi de “kül rengi katır” olayını mı buna ekledin?” Bu söz üzerine Aişe geri döndü.”(Mesudi, 2005).
İbn-i Şehraşub:
“İmam Hasan’ın cenazesini ok yağmuruna tuttular, sonradan 70 ok İmam Hasan’ın bedeninden çıkardılar. Kardeşi Hüseyin, ağabeyine söz vediği için Ümeye oğulları ile savaşmadı. Hasan’ın naşını babaannesi Esat kızı Fatıma’nın yanına defin etti”. (Menakıb, 4: 44).
İbn Hacere:
“Hasan b. Ali vefat ettikten sonra Cennet’ül Bakî’ye defnedilince ben oradaydım… Öyle bir izdiham vardı ki, Bakî’de iğne atsan yere düşmezdi.” (Hacere, 2008).
İamam Hasan Evlatları:
İbni Şehraşub’a göre Hasan’ın onüç çocuğu olmuş.( İbn Şehraşub, 3: 192).
İrşad-ı Mufid’e göre Hasan’ın onbeş çocuğu olmuş.(İrşad-ı Mufid, 2: 20).
1-Zeyd: Eceliyle öldü.
2–Hasan El Müsenna;(Kerbala’da yaralı olarak kurtuldu, 692 yılında öldürdü).
3-Kasım; (Kerbela’da katledildi).
4-Abdullah: (Kerbela’da katledildi).
5-Talha: (7 Yaşında öldü).
6-Fatiha
7-Hatice
8-Zeynep
9-Rukiye
10-Ümm’ül- Hasan
11-Ümm’ül-Hüseyin
12-Ümmü Seleme
13-Ümmü Abdullah
İmam Hasan’ın soyu Zeyd ve El Müsenna ile sürdü. Onun soyuna “Şerifler” denir.
3.İmam Hüseyin Ve Soyu:
Hz. Muhammet’in kızı Fatima ile Hz. Ali’nin ikinci oğludur. 626 yılında Medine’de doğdu. Ona “güzelcik” anlamına gelen “Hüseyin” ismini dedesi Hz. Muhammet verdi. Hz.Muhammet’in kollarında taşıdığı sevgili torunu Hüseyin, henüz altı yaşında iken dedesini; altıbuçuk yaşınıda iken annesini kaybetti.
Babasından ve sevenlerinden güzel bir eğitim aldı. Ağabeyi Hasan ile birlikte 651 yılında Sasani İmparatorluğu üzerine yapılan sefere katıldı. Sefer dönüşü Medine’de azat edilen Sasani İmparatoru Yezdigert’in kızı Şehribanu Ana ile evlendi. Hz.Ali’nin halifelliğinden sonra Küfe’ye gitti ve babasıyla birlikte bütün savaşlara katıldı.
Ağabeyi İmam Hasan, 669 yılında zehirletilince, Şia (Ali yandaşları), onu İmamet Makamı’na getirdi. Kerbela’da şehit edilene dek yaklaşık onbir yıl bu makamda bulundu.
İmam Hasan’ın Muaviye ile yaptığı anlaşmayı benimsemese de, onun anlaşmasına sadık kaldı. Ancak Muaviye, İmam Hasan’la yaptığı anlaşmayı kendisi bozdu. Henüz hayatta iken yerine oğlu Yezit’i hazırladı. Arap ileri gelenlerinden biat almaya başladı. Bazı biatları zorla aldı.
Muaviye, 676 yılında Hicaz’a gidip, Medine’de kendisine biat etmeyen ibn. Zübeyr ve bazı saygın kişileri kendine biata zorladı. Onları tehditle Medine mescidine götürüp, cemaat önünde biatlarını sağladı. Muaviye gittikten sonra bu saygın kişilere neden biat ettikleri sorulunca, onlar da:
“Allah’a ant olsun ki, biat etmedik, ölümle tehdit edildiğimiz için böyle dedik.”(İ. Esir, 3: 505).
Muaviye, Mayıs 680 yılında ölünce, yerine oğlu Yezit geçti. Bu sırada Medine valisi olan Süfyan oğlu Velit’e bir mektup yazarak, İmam Hüseyin’in, Zübeyr oğlu Abdullah’ın ve Ömer oğlu Abdullah’ın biatlarını sağlamasını emretti.
Medine valisi Velit, Emevi ailesinin şefi olan Mervan’la haberleşerek, Muaviye’nin ölüm haberi duyulmadan, İmam Hüseyin ile Zübeyr oğlu Abdullah’ı çağırıp, onları Yezid’e biat etmeye zorladı. Hüseyin ret etti. Mervan, vali Velit’i, İ.Hüseyin’i tutuklamaya zorlayınca vali Velit bunu kabul etmedi.
İmam Hüseyin, 4 Mayıs 680 tarihinde bütün aile bireylerini yanına alarak Mekke’ye gitti.
(Tabari, 2: 220)
Emeviler iktidar olduktan sonra bütün İslam dünyası üzerinde çok zalim davrandılar. Araplar’ dan başka halkları (Türkleri, Süryanileri, Rumları, Acemleri, Kürtleri) Müslüman olsalar bile hor gördüler. Onlarla yan yana yürümeyi, olarla birlikte namaz kılmayı dahi küçültücü buldular.
Emevilerin “İslamı yaymak” diye bir dertleri yoktu. Onlar için daha çok yer zapt etmek, daha çok savaş ganimeti elde etmek, daha çok köle getirmek sorunu vardı.
Araştırmacı yazar Faik Bulut, bu konuda şunları der:
“Maveraünnehir’in ticaret yolu (tarihi ipek yolu) üzerinde olması, Buhara ve özellikle Semerkant’ın göz kamaştırıcı ticari zenginlikleri, Arap akınlarının bu bölgeye din, iman ve cihat adına değil; düpedüz yağma, talan ve köle yakalayabilmek gayesiyle girdiklerini gösterir”(Bulut, 1998,74).
Prof. Dr. E.R.Fığlalı:
“Gerçekten Emevi ailesi, Ömer b. Abdulaziz dönemi istisna edilecek olursa, bütün iddia ve propagandaları tamamen doğrulayacak derecede kötü bir idare sergilemiştir. Gerçi İslam dünyasında fetihler devam etmiş; refah seviyesi yükselmişti; ama bunun yanında İslam’ın yönetim için şart koştuğu insani değerler, hak, hukuk, adalet ve eşitlik gibi kavramlar, Hz.Peygamber ve sahabe döneminin sayfalarını süsleyen tatlı ve özlenen hatıralara dönüşmüştü”.(Fığlalı, 1989, 76).
Ebul Fida:
“Emeviler’in Afrika, Horasan ve Maveraünnehir valileri, sadece cizye toplamak için halkın İslam’a girmesine engel oluyorlardı. Açıktan açığa Irak ve Soğd vilayetlerinin Şam Halifelerine mahsus özel mülk olduğunu söylüyorlardı.
Emevi Halifesi Abdulmelik, Halifeliğin kendisine geçtiği haberini alır almaz, elindeki Kur’anı kapatarak: “Bu andan itibaren senden ayrılıyorum”dedi. (Ebul Fida, 4: 205).
İbnul Esir:
“Hicretin 75’inci yılında Medine’de verdiği bir hutbede;
“Devletin işlerini yönetmede aciz Hz. Osman olmadığım gibi, yüze gülücü halife Muaviye’de değilim. Akılsız, tedbirsiz Yezit’e de benzemem. Allah’a yemin ederim ki; bu andan sonra her kim bana takvanın lüzumunu hatırlatırsa, onun kellesini keseceğim” diyerek Kur’an’ın hükmünü kaldırmıştır.” (İ.Esir, 5: 36).
İbnul Esir:
“Küfeliler İmam Hüseyin’in Yezit’e biat etmeyip, Mekke’ye gittiğini haber alınca ona elçi gönderip kendisine biat etmek için İmam Hüseyin’i ve Ali’nin soyu olan Ehl-i Beyt’i Küfe’ye davet ettiler. İmam Hüseyin, amcası Akil’in oğlu Müslim’i, Küfe’ye gönderdi. Da-ha sonra kardeşi Muhammet Hanifi’yi vekaleten Medine’de bırakarak, ailesi ve yakın taraftarları ile Eylül 680 tarihinde Küfe’ye hareket etti. Küfe halkına geleceğini haber vermek üzere yandaşı Müşir oğlu Kays’ı önden gönderdi.” (İ.Esir, 4: 20).
Mesudi:
“Muaviye, Hicretin 59. yılında oğlu Yezid’i kendisinden sonra halife olarak tayin etmeye karar verdi. Böyle bir işin gerçekleşmesinden emin olması için kendisi daha hayatta iken oğlu Yezid’e halktan biat almak istedi ve herkesten önce kendisi, oğlu Yezid’e biat etti.” (Mesudi, 2005, 3: 36- 37).
İbn Sad:
“Hüseyin b. Ali, Yezid’e biat etmeyen şahıslardandı. Muaviye hicretin 60. yılında öldüğünde oğlu Yezid hilafet makamına oturdu, halk da ona biat etti. Sonra Yezid Medine valisine şöyle bir mektup yazdı: “Halkı çağırarak onlardan biat al. İlk önce Kureyiş’in büyüklerinden başla; Sonra Hüseyin b. Ali’den al.” (İbn-i Sad, 10: 164).
İmam Hüseyin, Medine’nin ortamını karışık görünce, Hicret’in 60. yılı Recep ayının sonunda ailesi ve dostlarıyla birlikte Mekke’ye gitti. (İrşad, 2: 34).
İmam Hüseyin, kendi hareketinin hedefini, kardeşi Muhammed b. Haneffiye’ye yazdığı bir vasiyette şöyle açıklamış:
“Ben; makam, fesat ve zulüm yapmak için Medine’den ayrılmadım. Ben ceddimin ümmetini ıslah etmek, iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak, ceddim Resulullah ve babam Ali b. Ebi Talib’in yolunda gitmek için o şehirden ayrıldım”. (Bihar’ul-Envar, 44: 329).
Küfeliler de Emevi iktidarından kurtulmak için çareler arıyorlardı. Hüseyin’in Yezid’i tanımadığı haberini alınca, ileri gelen eşrafı, Surat El Huzai oğlu Süleyman’ın evinde toplanarak, aşağıdaki mektupla birlikte bir heyeti Hüseyin’e göndermeyi kararlaştırdılar.
“Bismillahirrahmanirrahim,
Bu mektup, Surat oğlu Süleyman, Necebe oğlu Müseyyeb, Şaddad oğlu Rufa, Mu-zahhar oğlu Habib ve Küfelilerden olan senin taraftarlarından ve müminlerdendir. Kendisinden başka hiçbir ilahın bulunmadığı Allah’a hamd ederiz. Bundan sonra: Bu ümmetin işlerini zorla ellerine alarak onları dağıtan, inatçı ceberrut düşmanın belini kıran, Allah’a hamd olsun. O senin düşmanın ki bu ümmetin ganimetlerini haksız yere onlardan aldı, ümmetin rızasının hilafına onların başına geçti. Daha sonra da bu ümmetin hayırlılarını öldürüp, kötülerini bıraktı. Başımızda bir önderimiz yoktur. Bu görevi sen kabul et, belki Allah senin sayende hepimizi hak etrafında bir araya getirir. Bil ki vali Beşir oğlu Numan hükümet konağında oturmaktadır. Bizler ne Cuma namazında, ne de bayram namazlarında onunla bir araya gelmemekteyiz. Senin buraya gelmekte olduğunu haber alırsak, Allah’ın izniyle onu buradan sürer, Şam’a göndeririz vesselam.” (Gazi Araştırma Dergisi, 33: 477)
İbnul Esir:
“Küfeliler İmam Hüseyin’in Yezit’e biat etmeyip, Mekke’ye gittiğini haber alınca ona elçi gönderip kendisine biat etmek için İmam Hüseyin’i ve Ali’nin soyu olan Ehl-i Beyt’i Küfe’ye davet ettiler. İmam Hüseyin, amcası Akil’in oğlu Müslim’i, Küfe’ye gönderdi. Daha sonra kardeşi Muhammet Hanifi’yi vekâleten Medine’de bırakarak, ailesi ve yakın taraftarları ile Eylül 680 tarihinde Küfe’ye hareket etti. Küfe halkına geleceğini haber vermek üzere yandaşı Müşir oğlu Kays’ı önden gönderdi.” (İ.Esir, 4: 20).
Küfeliler, bu mektuptan başka onlarca mektup daha yazıp, İmam Hüseyin’i Küfe’ye davet etiler. İbni Cezeli’ye göre Hüseyin’e gelen mektup sayısı 150 yi geçmişti.
İmam Hüseyin, durumu incelemek ve anlamak üzere Amcası Akil’in oğlu Müslim’i bir mektupla Küfe’ye gönderdi. Hüseyin’in Küfelilere seslenen mektubu şöyle idi:
“Bütün anlattıklarınızı anlamış bulunuyorum. Size ailemden amcam Akil’in oğlu Müslim’i gönderiyorum. Ona, durumunuzu ve görüşlerinizi bana yazmasını emrettim. Eğer o da sizin ileri gelenleriniz ve görüş sahiplerinizin, elçilerinizin bana gönderdiği haberler etrafında birleştiklerini bildirecek olursa, Allah’ın izniyle pek yakında aranızda olurum. And olsun ki, gerçek iman ancak Allah’ın kitabını bilen, adaleti ayakta tutan ve hak yolundan giden kimseden başkası olamaz, vesselam.” (Gazi Araştırma Dergisi, 33: 478-479).
I.Yezid, Basra valisi Ubeydullah’ı İmam Hüseyin ve Ali evlatlarını yok etmekle görevlendirdi. Yezit, Ubeydullah’a, Müslüm’ü ve adamlarını yakalatıp öldürme talimatı verdi. (Taberi, 4: 258).
Ubeydullah, önce bir hile ile Küfe’yi ele geçirdi. Hile şöyleydi:
Küfeliler, İmam Hüseyin ve yandaşlarını bekliyorlardı. Vali Ubeydullah, adamlarına, Ehli Beyt’in giysileri olan yeşil elbiseleri giydirip, kent kapısına yanaştı. Küfe kentinin nöbetçileri, yeşil elbiseli kafileyi görünce, İmam Hüseyin ve kafilesinin geldiğini sanarak, sevinçle kapıları açtılar. Muaviye’nin valisi Ubeydullah kent kapısından içeriye rahatlıkla girince, kenti kısa zamanda ele geçirdi. Müslim’i ve Hüseyin yandaşlarını kılıçtan geçirdi.
Vali Ubeydullah, 1.000 kişilik bir atlı kuvveti Hür el Riyahi komutasında Hüseyin’in üzerine gönderdi. Komutan Hür el Riyahi, doğrudan Hüseyin’e saldıramadı. İkilem içinde Hüseyin’i yandan izledi.
Yezit’in komutanı Ubeydullah, Hür bn Riyahi’ye bir mektup getirdi. Mektubunda: “Bu mektubum sana ulaşır ulaşmaz Hüseyin’i baskı altına al ve onu kale ve suyu olmayan bir çöle sür” diyordu. (Taberi, 4: 302-308).
Hüseyin’in kafilesi Kerbela’ya varınca, amcaoğlu Müslim ile yandaşlarının kara haberini aldı. Bu haber üzerine kendisiyle birlikte yola çıkan büyük bir çoğunluk geri döndü. Hüseyin, 65 atlı ve 100 yaya sadık adamları ile yola devam kararı aldı. Kendisini yarı yolda bırakıp dönenlere “Kerbela Kaçkını” dendi.
Vali Ubeydullah, komutan Hür el Riyahi’nin ikircimli tutumunu haber alınca, Sad oğlu Ömer’i, Rey valisi yapacağı vaadiyle 4.000 kişilik bir kuvvetle Hüseyin’in üzerine gönderdi. Necef yakınlarında “Kerbela” denen çölde, Yezit’in askerleri İmam Hüseyin’in kafilesini Muharrem ayı (2 Ekim 680) tarihinde kuşattı. İmam Hüseyin’in kafilesinin suya ulaşmaması için beş yüz süvariyi Fırat nehrini koruması için görevlendirdi. (Taberi, 4: 311).
Çoluk-çocuk, kadın-kız günlerce susuz bırakıldı. İleri gitmelerine de, geri dönmelerine de izin verilmiyordu.
Kuşatmanın 7.gününde, Hüseyin’in kardeşi Celal Ali Abbas, 20 kadar savaşçı ile gece kuşatmayı yarıp, 20 tulum su getirebildi. Ancak bu su onca insana yetmezdi.
Bu haberi duyan Ehl-i Beyt yanlısı Esatoğullarından Zübeyr, 400 atlı adamı ile Hüseyin’e yardıma geldiyse de, yolda Yezit kuvvetleriyle çarpışmada kendisi ve adamlarının çoğu öldürülünce kalanlar da dağılıp geri kaçtılar.
Ubeydullah’ın adamı Şimr, Ubeydullah’a gidip, komutanın Hüseyin’i öldürmemek için oyalandığı ihbarını yaptı. O da Hüseyin’in ölüm fermanını yazıp Şimr’e verdi.
Şimr, Muharremin 9. günü Hüseyin’e seslenerek:
“Ya Yezit’e biat etmesini, ya da kılıçtan geçirileceğini” bildirdi.
Hüseyin, akrabaları ve yandaşları, Yezit’e biat etmektense, savaşarak ölmeyi yeğlediler. İmam Hüseyin o gece ağabeyi Hasan’ın vasiyeti üzerine, kızı Fatima ile Hasan’ın oğlu Kasım’ı evlendirdi. Hüseyin o gece herkese moral veriyordu. Kardeşi Zeynep’e şu vasiyeti yapıyordu:
“Beni al kanlar içinde görürsen, sakın saçını başını yolma, yüksek sesle ağlayıp düşmanı sevindirme”.
İmam Hüseyin, ertesi gün savaşa başlamadan önce son bir kez askerlerle konuşmak için atının üstünde öne çıktı. Ancak konuşmasına izin verilmedi. Üzerine ok yağmuru başladı. Savaş sırasında komutan Hür el Riyahi de 30 kadar adamı ile Hüseyin’in saflarına katıldı. Savaş, gün boyu sürdü. İmam Hüseyin, ikindi üzerine dek savaştı. 34 kılıç yarası almasına rağmen savaşmaya devam ediyordu. Atılan oklar ve mızraklarla delik deşik edildi. Akrabaları ve sadık adamları sonuna dek savaştılar. Savaş sonunda Yezit tarafı 88 ölü, Hüseyin tarafı ise 72 ölü vermişti. Hüseyin’in başı Şimr tarafından kılıç darbeleri ile kesilerek, komutan Ömer’e verildi. Komutan Ömer, onu bir mızrağa takarak havaya kaldırıp:
“İşte bu Yezit’in önünde eğilmeyen Hüseyin’in başıdır” dedi.
Tutsak alınan Hüseyin’in 24 yaşındaki yaralı oğlu Zeynel Abidin, prangaya vurularak, genç kadınlarla birlikte Şam’a götürüldü.
Bu olay, 680 yılı Muharrem ayında meydana gelmişti. Ali’yi sevenler, Şii ve Aleviler bu olayı unutmadı. Yüzlerce yıl muharrem ayında yas tuttu, oruç tuttu ve oruç sonunda da Ehl-i Beyt’in nesli kesilmediği, soyu devam ede geldiği için, kurbanlar kesilip kazanlar kaynatıldı, bir çeşit bayram edildi.
Kerbela katliamının 40.günü, Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin ile Ehl-i Beyt kadınlarının Şam’dan Medine’ye dönmesine izin verildi.
İmam Hüseyin’in Evlatları:
İrşad-ı Muduf; altı (6) çocuğu olduğunu (İrşad-ı Mufid, c. 2, s. 135),
Tarihi Ehli Beyt; dokuz (9) çocuğu olduğunu (Tarih-i Ehl-i Beyt, s. 102),
Keşf’ul-Ğumme; on (10) çocuğu olduğunu (Keşf’ul-Ğumme c. 2, s. 250)
yazar.
İmam Hüseyin’in bilinen evlatlar şunlardır:
1-Ali Ekber: (Kerbela’da katledildi).
2-Ali Asgar (Zeynel Abidin): (Kerbela’da hasta olduğu için kurtuldu. Sonra Emeviler zehirledi).
3-Abdullah: (İmam Hüseyin o masum çucuğu eline alıp havaya kaldırarak: “Ey zâlimler! Diyelim ki, ben günahkârım. Fakat şu günahsız çocuğa niçin bir damla su vermezsiniz?”
Yezit yandaşları şu cevabı verirler: “Ey Hüseyin! Komutan Ubeydullah’ın kesin buyruğu var. Biat etmezsen ne sana ne çocuklarına bir damla su verilmeyecektir” dediler. Tam bu sırada atılan bir ok, Masum çocuğun boynuna saplandı).
4-Cafer: (Cocuk yaşta eceliyle öldü).
5-Sakine: (Eceliyle öldü).
6-Fatma: (Eceliyle öldü).
4.İmam Zeynel Abidin (659-713)
Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin, Kerbela’da katledilince (m.680), onun hayatta kalan tek oğlu Zeynel Abidin İmamet Makamı’na oturdu. Ali yandaşları (Şiyatul Ali) onun İmamlığına itiraz-sız biat ettiler.
İmam Zeynel Abidin, 6 Ocak 659 tarihinde Medine’de doğdu. Asıl adı Ali Askar’dir. Annesi, son Pers imparatoru Yezdigirt’in kızı Şehrebanu’dur. İslam ordusu 651 yılında Horasan/Gürgan’da Pers İmparatorluğu’na son verdiğinde, imparatorun üç kızı da tutsak alınarak Medine’ye getirilmişti. Köle pazarında satılığa çıkarılınca Hz.Ali:
“Bir imparatorun kızlarının köle olarak satılması doğru değildir” diye itiraz edince halife Osman bunu yerinde bulup onları azat etmişti. Ali, Pers imparatorunun kızı Şehribanu’yu oğlu Hüseyin’e eş olarak almıştı.
Öte yanda Şehribanu, aynı zamanda Göktürk imparatorlarının soyundan geliyordu. Batı Göktürk imparatoru İstemi Han’ın kızı Takum Hatun, Sasani imparatoru 1.Hüsrev (Anuşirvan) ile evlenmiş ve bu evlilikten 4.Hürmüz dünyaya gelmişti. Ondan Şiruya ve Şiruya’dan da son Sasani imparatoru 3. Yezdigert dünyaya gelmişti.
İmam Zeynel Abidin ve onun nesli olan Seyyitler de anne tarafından bu iki kral soyundan geliyorlar.
Zeynel Abidin, babasını ve tüm yakınlarını Kerbela’da yitirdi. Kendisi hasta yatağında yatarken tutsak alınarak Şam’a götürüldü. Bir süre sonra Medine’ye dönmesine izin verildi.
İmam Zeynel Abidin iki evlilik yaptı. Medine’de siyasetten uzak durarak “Mescidi Nebi” de dersler verdi. Sunnilerce de örnek bir Müslüman gösterilen Zeynel Abidin, Emevi halifesi I.Velit tarafından 17 Ekim 713 yılında zehirletildi. Medine’de amcası İ.Hasan’ın yanına gömüldü.
“Sahifetül Kamile” ve “Sahife-i Seccadiye” adlı iki önemli kitabı var.
İmam Zeynel Abidin’in çocukları;
Muhammet Bakır, Zeyd, Abdullah, Büyük Hasan, Küçük Hasan, Büyük Ali, Küçük Ali, Küçük Muhammet, Hüseyin, Kasım (3 yaşında öldü) ve kızları; Hatice, Selmin, Fatma, Ayşe, Ümmül Gülsüm’ dür.
İmam Zeynel Abidin’in oğlu Seyyit Zeyd, Ali soyuna yapılan baskılar dayanılmaz boyut alınca Emevilere karşı isyan etti. İsyanda yenik düşerek, 740 yılında Küfe’de asıldı. Cesedi dört yıl boyunca darağacında asılı kaldı. Dört yıl sonra kemikleri yakıldı. 744 Yılında da oğlu Yahya Horasan/ Gürgan’da asıldı.
5.İmam Muhammet Bakır (676-733)
İmam Zeynel Abidin’den sonra İmamet Makamı’na büyük oğlu İmam Muhammet Bakır oturdu.
İmam Muhammet Bakır, Medine’de doğdu. Annesi İmam Hasan’ın kızı Fatiha’dır. İslam bilimindeki yetkinliği ve bilgisi nedeniyle “bilgi ve hikmetin kapısını açan, yaran, genişleten” anlamına gelen “Bakır” unvanıyla anıldı. (Alevi söylencelerine göre ise Kerbela katliamında küçük bir çocuktur. Savaş sırasında kadınlar onu bakır bir kazanın altında saklayarak kurtardıkları için, sonradan “İmam Bakır” sanıyla anılmıştır).
Muhammet Bakır, yaşamında hiçbir siyasal girişimde bulunmamasına rağmen Emevi halifesi tarafından 28 Ocak 733 tarihinde zehirletilerek öldürüldü. Medine’de Ravdatül Bakiy’ ye gömüldü.
Onu, tasavvufi bilgilerin taşıyıcısı ve aktarıcısı sayarlar. “Kitabul Hidaya” adlı bir eseri bulunmaktadır.
İ.Muhammet Bakır’ın çocukları: Cafer Sadık, Büyük Abdullah, Kasım, Muhammet, İbrahim, K.Abdullah, Ali Eftar(3 yaşında vefat), Zeynep, Rukiye ve Gülsüm’ dür.
Muhammet Bakır’dan sonra İmamet Makamı’na onun büyük oğlu İmam Cafer Sadık oturtuldu.
Abbasiler ve Seyyitler Üzerindeki Baskıları
Abbasiler, Peygamber ve Hz.Ali’nin amcası Ebu Abbas’ın soyundan geliyorlar. Hz.Ali’nin amcası Ebu Abbas’ın soyu, Emevilerin baskıları ve Kerbela katliamından sonra ağırlıklı olarak İran ve Horasan bölgesine göç etmişlerdi.
Abbasiler, 747 yılında Horasan bölgesinde Abbas oğullarından İbrahim’i halife ilan ettiler. Emevi valisi Nasır, onu önce tutukladı ardından zindanda öldürdü.
Bunun üzerine Abbasiler, Şebib oğlu Kahtebe öncülüğünde Rey kentini işgal ettiler. Emevilerin Rey valisini öldürdüler. Ardından Kum, Nihavend ve İsfahan kentlerini ele geçirdiler. Şam üzerine yürürken, Abbasilerin komutanı Kahtebe, Fırat ırmağında boğuldu. Ordusu da moralsiz bir şekilde geri çekildi. Ama Emevilere karşı gelişen hareket durmadı. Bu kez bir Hallaç Türkü olan Ebu Müslim komutasında devam etti. Horasan’da Ebu Müslim’in etrafında büyük bir ordu oluşunca, Ebu Müslim Merv, Belh ve Nişabur’u ele geçirdi. Horasan’da tam bir hakimiyet sağladıktan sonra İran içlerine yürüdü. Abbasi ihtilal ordusu 748 yılında Rey’i ele geçirdi. Ebu Müslim, Rey’den güneye doğru ilerlerken, uğradığı her kentte büyük bir coşku ile karşılanıyor ve ordusuna yeni katılımlar oluyordu. Ebu Müslim’in komutasındaki Abbasi İhtilal Ordusu, Irak’ı da ele geçirdikten sonra, 750 yılında Emevilerin başkenti Şam’a girdi. Emeviler, ağır yenilgiye uğradılar.
Kürt, Arap, Fars, Deylemli ve kısmen Türklerden oluşan Abbasi ordusu, 100 yılın intikamını alırcasına, Emevi soyunu kılıçtan geçirdi. Emevi halifesi II.Mervan Mısır’a kaçarken, yakalanarak öldürüldü.
Abbasiler, halifeliğe Ebul Abbas’ı getirdiler. Abbasilerin ilk halifesi Ebul Abbas, Ebu Müslim’i Horasan Genel Valiliği’ne atadı. Ebu Müslim, bölge halkları tarafından çok sevilip sayılan biriydi.
Arapların iç savaşlar yaşadıkları bu dönemde Çinliler, Türk Yurdu’nu işgal için batıya doğru ilerliyorlardı. Çin ordusu komutanı general Kao Siyançe, Taşkent beyi Bağatur Tudun’u hile ile ele geçirip zindana attı. Onun oğlu Horasan valisi Ebu Müslim’e gidip yardım istedi. Ebu Müslim, komutan Ziyad’ı büyük bir ordu ile Türklere yardıma gönderdi. 751 Yılında Batı Göktürk ordusuyla birleşerek, Çinlilerin işgalci ordusunu Talas bölgesinde yendi. General Kao Siyançe komutasındaki Çin ordusu, geri çekildi. Bu tarihten sonra Çinliler bir daha batıyı işgale çıkmadılar.
Hemen bütün Batı Türkistan, adeta gönüllü bir şekilde Ebu Müslim’e bağlandı. Bu tarihten sonra Maveraünnehir (Seyhun-Ceyhun nehirleri arası), Abbasi valilerince yönetildi.
Abbasiler ile Ali soyu Seyyitler arasında bir centilmenlik anlaşması yapılmıştı. Bu anlaşmaya göre: “Devlet yönetimi (Halifelik), Abbasilerin olacak; dini liderlik (İmamlık) Seyyitlerin olacaktı”.
Abbasilerin ilk halifesi Ebul Abbas, bu anlaşmaya uygun davrandı. O, 754 yılında ölünce, başa Cafer Mansur geçti.
Halife Cafer Mansur, çok sevilen Seyyitleri kıskanmaya başladı. Onların baş destekleyicisi Ebu Müslim’den kurtulmak istiyordu. 755 Yılında bir pusu kurarak onu ortadan kaldırdı. Yerine İbrahim El Züheyl’i Horasan valiliğine atadı. Bunun üzerine bölgede isyanlar başladı.
757 Yılında İmam Hasan’ın torunu Şerif İshak El Türk (Türkçe bildiği, Türkçe konuştuğu için bu isimle anılıyordu) isyan etti. Halife Cafer Mansur, Horasan’daki isyanları yatıştırmak için İshak El Türk’ün babası Şerif El Hasan’ı, Medine’ye vali olarak atadı. İsyan kısa bir süre yatıştı. İshak El Türk, Türk Yurdu’na göçerek Türkler arasında çalışmalarını sürdürdü.
İmam Hasan’ın torunlarından Şerif Muhammet ve Şerif İbrahim, Abbasilere karşı Küfe ve Basra’da gizli çalışmalar yürütüyorlardı. Abbasiler her yerde bu iki kardeşi arıyorlardı. Onları bulamayınca, onların babaları Şerif Abdullah ile amcaları İbrahim ve Hasan’ı zindana attılar. Bu üç kardeşin yaşları yetmişi aşkındı. Abbasiler, 762 yılında üç kardeşi de öldürdüler.
Babasının ve amcalarının ölümünü duyan Şerif Muhammet, 400 kadar adamıyla Medine’de isyan etti. İsyan bastırıldı. Şerif Muhammet’in başı kesilerek Halife Cafer Mansur’a götürüldü (762).
Öte yanda yaşamı boyunca hiç siyasetle uğraşmadığı halde Halife Cafer Mansur, İmam Cafer’i, 15 Aralık 765 tarihinde Medine’de zehirleterek katletti.
Bu kez İmam Zeynel Abidin’in torunu Abdullah oğlu Seyyit El Mukenna isyanı başladı.
Seyyit El Mukenna, 766 yılında Nişabur-Kuşan-Telekan bölgelerini ele geçirdi. Abbasiler onun üzerine iki kez ordu gönderdiler. El Mukenna her iki orduyu da yendi.
Hallaç Türkleri, 700’lerin başlarından itibaren bu bölgeye inmişlerdi. El Mukenna ve Zayd’in çocukları onların arasına girmişlerdi.
Seyyit El Mukenna isyanı, öncekilerden farklı bir isyandı. El Mukenna, kin ve intikam peşinde koşmuyordu. Egemenlerin mal ve mülklerine el koyup, fakir-fukaraya dağıtıyordu. Köleleri özgür bırakıyordu. Böyle bir yönetim tarzı o güne dek İslam dünyasında görülmemişti.
Bu isyan, bölgenin tüm yoksulları ve köleleri arasında geniş destek bulurken; bölge egemenleri tarafından nefretle karşılandı. İsyan, dinsel ve mezhepsel olmaktan çıkmış, sınıfsal bir kimlik kazanmıştı.
Seyyit El Mukenna ve arkadaşlarının temel şiarı:
“Kula kulluk olmayacak, mülk toplumun ortak malı olacak, kölelik olmayacak.”(Saltık, 2006, 74).
İsyanları bastırmak üzere Abbasi halifesi Cafer Mansur, 769 yılında Horasan bölgesine Kahtebe oğlu Humeyd’i vali olarak atadı, ancak bu vali isyanları bastıramadı.
Halife El Mehdi, 775 yılında Horasan Bölge Valiliği’ne Müslim oğlu Muaz’ı atadı. Onunla birlikte bölgeye büyük bir ordu gönderdi. Muaz, uzun uğraşılardan sonra 778 yılında Seyyit El Mukanna’nın isyanını bastırabildi. Mukenna ve isyancılarından bazıları, Gilan ve Deylemistan’a kaçarlarken, bazılarıda Türk Yurdu’na kaçtılar.
Türk Yurduna giden öncü Seyyit ve Şerifler; Ceyhun vadisinin iki yakasında yaşayan Güney Karluk Türklerini; Tuhara’da yaşayan Göçebe Hallaçları; İlak, Kiş ve Buhara’da yaşayan yerleşik halkları İslam’a kazandılar. Ancak Seyyitlerin bu İslam anlayışları, Emevi ve Abbasi İslam’ına benzemiyordu.
6.İmam Cafer Sadık(699-765)
İmam Cafer Sadık, 23 Mayıs 699 tarihinde Medine’de doğdu. Annesi Ümmü Ferve’ dir. Dedesi Zeynel Abidin öldürüldüğünde, İmam Cafer henüz 14 yaşındaydı. Cafer Sadık, dedesi İmam Zeynel Abidin ve babası İmam Bakır tarafından yetiştirildi.
İmam Cafer, hem Emevi, hem de Abbasi dönemini yaşadı. Amcası Seyyit Zeyd Emeviler tarafından 740 yılında asıldıktan sonra ağır koşullarda eğitim çalışmalarını sürdürdü. Doğruluğundan, dürüstlüğünden dolayı ona “Es Sadık” unvanı verildi. Fıkıh bilgisi yanında, pozitif bilimler alanında da çağının en ünlü hocalarındandı. Medine, Mekke, Bağdat başta olmak üzere birçok ilde bilimsel konferanslar verdi. Çağdaşları ile tartışmalara girdi. Birçok yazılı eserler bıraktı. Bu eserlerden bazıları British müzesinde, Haydarabat Üniversitesi kütüphanesinde, Berlin Gotha ve Topkapı müzelerinde, Cambridge Üniversitesi kütüphanesinde bulunmaktadır. Babasından sonra 32 yıl İmamlık yaptı. Öğretisi,“İmam Cafer Buyruğu” olarak anılır. İmam Azam Ebu Hanifi de onun öğrencisi olmuştur.
İmam Cafer’in Çocukları: İsmail, Abdullah (3 yaşında öldü), Ümmü Ferve, Musa, İshak, Muhammet El Dibac, Fatiha, Abbas, Ali Eftar, Yahya El Hadi (3 yaşında öldü) ve Esma’dır.
Büyük oğlu İsmail, 754 yılında kendisinden önce vefat edince, kendisinden sonra İmamlığa oğlu Musa Kâzım’ı vasiyet etti. Bunun üzerine Ali yandaşları arasında tartışma başladı. İmam Cafer öldükten sona bu tartışmalar daha da arttı.
1.Grup; “Geleneği bozmayalım. Her ne kadar İsmail öldüyse evliydi ve Muhammet Matkum adında bir oğlu vardı. İmamet, İsmail’in büyük oğlu Muhammet Matkum’un hakkıdır” diyorlardı.
2.Grup; Geleneğin hep büyük oğuldan yürümediğini savunuyorlardı. Buna örnek olarak İmam Hasan’dan sonra yerine Hasan’ın büyük oğlu geçmeyip, kardeşi Hüseyin geçmişti diyorlardı. Ayrıca Musa Kâzım, Hakem oğlu Hişam ile Mümin El Tak gibi dönemin sevilen bilginlerinin desteğini de almıştı. Aynı zamanda babası İmam Cafer Sadık’ın vasiyetini yerine getirdiği için, onun grubu Ali yandaşlarının çoğunluğunu temsil ediyordu.
İmamlığın, İmam Cafer’den sonra büyük oğlu İsmail’den dolayı onun oğlu Muhammet’e ait olduğunu savunanlara “İsmaililer” ya da “7 İmamlılar” dendi. Mısır’daki Fatimiler de, İran’daki Nizariler de bu koldan gelmektedirler.
Diğer Alevi ve Şiiler ise, Musa Kâzım’ın imamlığına bağlı kaldılar.
7.İmam Musa Kâzım (745-799)
Musa Kâzım, 8 Kasım 745 yılında Medine’de doğdu. 20 yıl babası Cafer Sadık’ın yanında kaldı. Yaşamını ders vererek geçirdi. Dönemin ünlü bilginleri ile yaptığı tartışmalarda “Kıyas”a karşı çıkarak, “Sünnet”in öncülüğünü yaptı. Bu dönemde Abbasiler’in Seyyitler üzerindeki baskısı arttı. Hasan ve Hüseyin’i anmak dahi suç sayılmaya başlandı. Abbasi halifesi Harun Reşit, Kâbe’yi ziyaret ettiğinde, kendisini karşılamaya gelmediği gerekçesiyle onu tutuklayarak önce Basra’da, sonra Bağdat’ta zindanda yatırdı. Bağdat’ta üç yıllık tutukluluktan sonra, 1 Eylül 799 tarihinde zindanda öldürüldü. Bağdat yakınlarındaki Kureyş mezarlığına gömüldü.
Birçok kaynakta ve İslam Ansiklopedisi’nde İmam Musa Kâzım’ın çocukları şöyle aktarıl-maktadır: Ali Rıza, Kasım, İsmail, Cafer, Harun, Hasan, Hüseyin, Ahmet, Muhammet, İshak, Abdullah, Abbas, Ubeydullah, Zeyd, Fazıl, Akil, İbrahim, Hamza, Salih (4 yaşında öldü), Tayyıb (7yaşında öldü), Ayşe, Emine, Hasane, Hatice, Selmin, Ümmül Gülsüm, Ümmül Seleme’ dir.
Gölpınarlı’ya göre Musa Kâzım’ın 23 oğlu oldu. Bunlardan beşi çocuk yaşta öldü. Üçünün erkek evladı olmadı. Beşinin soyu bilinmiyor. Soyları yürüyen 10 evladı ise şunlardır: Ali Rıza, İbrahim, Abbas, İsmail, Muhammet, İshak, Hamza, Abdullah, Ubeydullah ve Cafer.(Gölpınarlı, 1995, 99-100).
8. İmam Ali Rıza (765-818)
İmam Musa Kâzım’ın oğludur. 29 Aralık 765 tarihinde Medine’de doğdu. Babası İmam Musa Kâzım,799 yılında Bağdat zindanlarında zehirlenerek öldürüldükten sonra İmamlık makamına oğlu Ali Rıza getirildi.
İmam Ali Rıza, Medine’de eğitim ve bilimle uğraşırken, Harun Reşit’in oğlu Halife Memun tarafından 816 yılında Horasan/Merv’e çağrıldı. Memun, o sıralarda devletin başkentini Merv’e taşımıştı. Onu Merv’e getirmek için Raca bin Dahak, Medine’ye gönderildi. İmam Ali Rıza, yol boyunca Mekke, Basra, Nibac, Küfe, Nişabur, Serahs ve Mezar-ı Şerif’e uğradı. Merv’e geldiğinde halife Memun, Abbasoğullarını toplayarak, İmam Ali Rıza’yı veliaht ilan etti. Kızı Habibe’yi ona eş olarak verdi. Bunun üzerine Bağdat’daki Abbasoğulları isyan ettiler. Memun’un yerine amcası Mehdi’nin oğlu İbrahim’i halife ilan ettiler. Memun, İmam Ali Rıza ile Bağdat üzerine yürümeye hazırlanırken, Abbasi casusu Hişam oğlu Ali, 5 Eylül 818 tarihinde İmam Ali Rıza’yı Tus yolunda zehirledi. Horasan/Meşhet’e gömüldü. Daha sonra üzerine görkemli bir türbe yapıldı. Halen İran’da kutsal bir ziyaretgâhtır. Halife Memun, Bağdat’a yürüyüp, isyanı bastırdı.
9.Muhammet Cevat (İmam Taki 810-835)
Haziran 810 tarihinde Medine’de doğdu. Babası İmam Ali Rıza öldüğünde 8 yaşındaydı. 17 Yaşına geldiğinde Halife Memun onu Bağdat’a götürdü. 827 Yılında kızı Ümmül Fazl ile evlendirdi. Bu tarihten sonra Muhammet Taki Medine’ye döndü.
Memun’un ölümünden sonra halife olan Mu’tasım, onu 833 yılında Bağdat’a çağırdı. 25 Kasım 835 tarihinde saraydaki bir ziyafet sırasında onu çok genç yaşta zehirletti. Kimi kaynaklar Mu’tasım’ın onu karısı Ümmü Fazl eli ile zehirlettiğini yazarlar.
İmam Taki’nin Çocukları: Ali Hadi (İ.Naki), Musa Araç, Cafer (4 yaşında öldü), Cafer Tahir (3 yaşında öldü) Fatma, Halime ve Zeynep’tir.
10. Ali Hadi (İmam Naki 829-868)
Babası İmam Taki’dir. 7 Mart 829 yılında Medine yolunda doğdu. İmam Taki, halife Mu’tasım tarafından öldürüldüğünde, oğlu İmam Naki henüz 6 yaşında bir çocuktu. Ali soyu onu Medine’ye götürdü. Küçük yaşta İmamlık Makamı’na oturttu. Medine’de eğitimle uğraşıp imamlık yaparken, 848 yılında halife Mütevekkil onu Samara’ya götürüp, orada oturmaya mahkûm etti. Kendisinden sonra halife olan Mutemit, 28 Haziran 868 tarihinde onu zehirleyerek öldürdü. Samara’daki evine gömüldü.
11.İmam Hasan Asker (847-873)
2 Aralık 847 tarihinde Medine’de doğdu. Babası İmam Naki’dir. Abbasi halifesi Mütevvekil, İmam Naki’yi Samara kentinde oturmaya mahküm ettiği için, onun oğlu Hasan Asker de 1 yaşından itibaren askeri bir garnizyon kenti olan Samara kentinde oturmaya mahkum oldu. Samara‘da oturmaya mecbur bırakıldığı için İmam Hasan, “El Askeri” takma ismini aldı.
İmam Hasan Asker, iyi bir eğitim aldı. Hintçe, Farsça ve Türkçe’yi öğrendi.
Abbasilerce sıkı gözetim altında tutulan Hasan El Asker, 2 Ocak 873 tarihinde öldürüldü. Samara’da babasının yanına gömüldü. Büveyhi hükümdarı Muizzüddevle tarafından İmam Naki ve İmam Hasan Asker için Samara kentinde görkemli türbe yapıldı.
Hasan Asker’in çocukları: Kasım (1 yaşında öldü) ve