Hüseyin Kaya
Toplumumuza uzun yıllardır hâkim olan hoşgörüsüzlük anlayışı, dinini, mezhebini ve inancını merkezde tutarak farklı olanı dışlayan bir zihniyetin ürünüdür. Bu anlayış, insan kalabilmenin ötesinde, toplumda “sen” ya da “ben” yerine “biz ve ötekiler” psikolojisini yerleştirerek, sürekli bir düşman yaratma çabası ile toplumsal dokuyu zedelemektedir.
Yakın geçmişte ortaya çıkan “Alisiz Alevilik” projeleri, Alevilerin geçmişiyle geleceği arasında kurdukları inançsal köprüleri yıkmaya yönelik bir girişimdi. Bu projeyle Aleviler, tarihsel ve kültürel hafızalarından koparılarak, belirli ideolojilere uygun yeni bir anlayışa yönlendirilmeye çalışıldı. “Ali Alevi değilmiş, şeriatçıymış”, “Aleviliğin İslam’la alakası yoktur”, “Ali en büyük Alevi katilidir” gibi söylemlerle zihinler bulandırılmak istendi. Ancak bu çabalar toplumda yeterince karşılık bulmadı ya da farklı zamanlara ertelendi. Yine de, bu düşünceleri benimseyip savunan ve kendi inançlarına ihanet eden bireyler olduğu gibi, Aleviliği ideolojik bir düşünce paketi olarak görüp Alevilerden destek arayan gruplar da mevcuttur.
Bütün bu gelişmelere rağmen, kimsenin Alevileri endişeye ve korkuya sürükleme hakkı yoktur. Aleviliğin, yeni tanımlamalara ya da dış müdahalelere ihtiyacı bulunmamaktadır. Alevilik; İslam Peygamberi’nin “Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır”, “Ey Ali, sen ve senin taraftarların kurtuluşa erenlerdir”, “Ali benden ve ben Ali’denim”, “Ben kimin mevlasıysam, Ali onun mevlasıdır” gibi sözleriyle temellenen ve Hz. Ali ile On İki İmamlar çizgisinde devam eden ilahi bir yoldur. Bu kadar açık ve sağlam kaynaklara sahip bir inancın, yeni dinler, tanımlar ve yorumlarla yeniden şekillendirilmek istenmesi, açık bir tuzak ve tutsaklıktır. Bu nedenle bu tür girişimleri kesin olarak reddetmek gerekir.
Günümüzde dikkat çeken önemli bir konu da, bir yandan devlet eliyle Alevilerin Sünnileştirilmek istenmesi, öte yandan sağcı, solcu, Kemalist ve farklı ideolojik grupların Aleviliği kendi düşünsel yapılarına uydurmaya çalışmalarıdır. Bu çabalar, Aleviliği Hz. Ali ve On İki İmamların düşüncelerinden uzaklaştırma hedefi taşımaktadır. Bu süreç, Aleviler arasında bir ayrışmayı da hızlandırmaktadır. Devletin ve egemen Sünni zihniyetin giderek daha belirgin hale gelen suçlamaları, aşağılamaları ve dayatmaları ise, Alevilerde psikolojik bir iç çatışma sürecini derinleştirmektedir.
Alisiz Alevilik söyleminin bizzat bir Başbakan tarafından dile getirilmesi, aslında sosyalist veya ateist çevrelerin Alevileri kullandığını ve Alevilerin kendi akıllarıyla hareket etmediğini iddia eden bir bakış açısını yansıtmaktadır. Bu tutum, Alevileri bir tür düşman olarak tanımlama eğilimidir. Nitekim Gezi olayları sırasında ve sonrasında yaşamını yitirenlerin çoğunun Alevi kökenli olması sürekli vurgulanmış; bu durum, ötekilere yönelik bir nefretin ve öfkenin beslenmesinde araçsallaştırılmıştır. Son olarak Almanya gezisinde “Alisiz Alevilik” söylemiyle bu tavır daha da belirgin hale gelmiştir.
Aleviler, Aleviliğin pratik yönü, sosyolojisi, teolojisi ve düşünsel derinliği üzerine düşünmedikçe; mağduriyet psikolojisiyle suskun kaldıkça; tepkilerini sağlıklı ve tutarlı bir şekilde ortaya koymadıkça, kendilerine yöneltilen suçlamaların toplumda karşılık bulması kaçınılmazdır. Bu nedenle, Alevilerin kendi gerçekliklerine dönmeleri, demagojik söylemlerin ve dış yönlendirmelerin etkisinden kurtulmaları gerekmektedir.
Değerlerine sahip çıkamayan, kimliğini koruyamayan toplumlar zamanla hafızalarını da kaybeder. Bu nedenle, sadece maddi talepler değil, manevi değerler ve beklentiler de dikkate alınarak hareket edilmelidir. Aksi halde, Alevilik farklı ideolojilerin limanına çekilerek asimile edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.
